Bizim köyün bir Abdi Dayısı vardı; onun da bir evi. Köylü Abdi Dayı ile övünürdü, Abdi Dayı da eviyle. Kişinin nam sahibi olması için bir ayı öldürmesi gerekir. Abdi Dayı ayı öldürmemişti ama domuz vurmuştu. Ben şahsen görmedim ama o domuzun "fil" kadar büyük olduğunu söyleyen de vardı, çok güçlü olduğunu söyleyen de. Abdi Dayı işte bu domuzu öldüren kahramanıydı köyümüzün. Kendisi ufak tefekti ama namı büyüktü.
Abdi Dayı ise evi ile övünmeyi daha bir severdi. İki lafın birini pencere kapaklarını sarıya boyadığı evine getirir ve "kaymakam evi" derdi. Abdi Dayının evini sadece köylü bilirdi ama avcılık hikâyesi köyün dışına çıkmıştı. Ta Torosların zirvesine ulaşmıştı onun namı. Sırf Abdi Dayıyı görmek için köyü ziyaret edenleri bilirim. Meyve sebze satışları artmış; iş büyüyüp hediyelik eşyaya kadar varmıştı.
Yanarım yanarım da Türkiye bir Abdi Dayı kadar olamadı, ona yanarım. Abdi Dayının hikâyesi var, Türkiye'nin yok! Bir şeyin, bir yerin marka olabilmesi için hikâyesinin olması lazım. Türkiye'nin 81 ilini gözünüzün önüne getirin ve bir bakın, içlerinde hikâyesi olan var mı? Yok! 923 ilçenin de yok! Köylerin de yok! Olmalıydı halbuki. Her birisi tarih ve kültür menbaı. Niye yok?
Beni yanlış anlamayın. Hikâye derken; globalleşen, ülke sınırları dışına çıkan hikâyeden söz ediyorum. Yoksa her bir yerin kendine has bir hikâyesi var tabii. Hem de binlerce ama bu hikâyeleri dünya kültürüne mal edememişiz. Mahalli kalmış. Kendimiz çalmış, kendimiz oynamışız! Kendimiz söylemiş, kendimiz dinlemişiz!
New York, Cannes, Nice, Monako, Paris ve benzeri şehirlerin her birinin bir hikâyesi var. Fransa ve ABD yılda 80 milyona yakın turist çekiyorsa bu şehirlerin hikâyesi sayesinde çekiyor. İspanya'yı 70 milyon turist ziyaret ediyorsa yine bu hikâyelerden dolayı ediyor. Mısır'ın hikâyesi yoktu ama Ramses romanları yazdırıp o rüzgârla Mısır'a 10 milyon kişinin gelmesini sağladılar. Hakeza Yunanistan. Çok hikâyesi var bu ülkenin ve 20 milyona yakın turist çekiyor her sene.
Evet kabul etmek lazım ki Türkiye'de turizm sektöründe iyi bir yerde. 2011 yılında 31 milyon turist geldi ülkemize ve dünya sıralamasında yedinci oldu. Fakat bu yetmez. Yetmez çünkü gelenlerin kahir ekseriyeti güneş, kum ve deniz için geliyor. Türkiye'deki tarih, kültür ve tabiat zenginliği dünyanın hiçbir ülkesinde yok halbuki. Hani tarih ve kültür turizmi? Dağ turizmi? Türkiye'nin en az 100 milyon turist çekmesi lazım ama olmuyor. Dedim ya hikâyesi yok!
Bu söylediğim sadece turizm ile sınırlı değil haa, onu da söyleyeyim. Ticarette de öyle! Bugün Türk sanayicisi çok kaliteli üretim yapıyor. Dünyanın ünlü markalarına mal üretiyor ama kendi markası yok. Yok çünkü, hikâyesi olmadı. Hikâyesi olsa, üretilen mallar ilginç hâle gelecek ama yok. Hikâye enteresan bir etkileme aracı. "Bu sene nereye gideyim" diye düşünen insanların kulağına hoş geliyor bir kere ve onların "hele bir gideyim" demelerine neden olur mutlaka ama yok maalesef! Yok! Yok!..
Yabancıyı bir kenara bırakalım. Kendimiz bile gezmiyoruz kendi ülkemizi. İlgimizi çeken bir hikâye duymuyoruz ki gidelim!
Son söz: Kültür ve Turizm Bakanlığı bu işe el atıp "hikâye yarışması" tertiplese, ne hoş olur; Türkiye'nin markalaşması hızlanır. Kitap dahi yazılsa yeridir.