Neden biz böyleyiz, hiç düşündünüz mü? Sizi bilmem ama bendeniz düşündüm. Vaktini de söyleyeyim: Deniz Baykal'ın önceki gün yaptığı konuşmanın hemen ardından düşündüm. Gördüğüm manzara hiç hoş değil, onu da söyleyeyim!.. Şöyle, geriye dönüp bir bakın hele. Sanayici bankacıyı suçlamadı mı hep? "Kan emici" dedi suçladı. "Rantiye" dedi suçladı. Suçladı da suçladı. Öyle geldik bugünlere. Sanayici bankacıyı suçladı da bankacı eksik mi kaldı sanki? O da siyasetçiyi suçlayıp zeytinyağı gibi çıktı suyun üstüne... Siyasetçi de bürokratı suçladı! Hele bir de esnafın belediye zabıtasına öfkesi var ki, kitaba sığmaz!.. Belediye başkanı valiye çamur attı, vali muhtara. Muhtar da kaymakama. Suç gelin olmuş kimse kabul etmemiş. Bizim ahalimiz mi kabul edecek?!. Kimse etmedi tabii. O ona, o da ona! Laik-muhafazakâr tartışması var bir de? Öf! Öf! Öf! Bilen de konuştu o hususta, bilmeyen de. Bu gürültülerin arkasında ne oldu biliyor musunuz? "Ahbap-çavuş" ilişkisine giren malı götürdü. "Maymuna bak" hikâyesi yani. İstismarlar göz ardı edildi; korundu âdeta. Nizamsızlık, intizamsızlık bu memleketin karakteri olup çıktı. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını koruyacağım, diyenler; yetim hakkıyla beslendi!.. Sonuç malum. Koskoca memleketin sanayicisi bir elin parmağını ancak buluyor. Bir o kadar da bürokrat. Akademisyen sayısı az değil ama şöyle bir "akademik yayını olan" var mı diye bakacak olursan, boşa gider onca emeğin. Yok çünkü!.. Kitap konusuna hiç girmiyorum, hemen hepsi intihal; aşırma yani. Böyle bir ülkede işsizlik problem olmasın da ne olsun? İş ve aş dışında ne varsa konuşuyor bu memleketin insanı. Laiklik, diyor meydanları dolduruyor. Türban serbest olsun, diyor yine meydanlara koşuyor. Bunların hepsine "eyvallah" da; işini adam gibi yapmaya gelince neden tırsıyor bu millet? "Cinnet geçiren baba eşini ve çocuklarını öldürüp intihar etti" türünden haberler hemen her gün gazetelerin üçüncü sayfasında yer alıyor ama kimsenin ilgisini çekmiyor. Varsa yoksa, türban. Annelerini öldüren baba, çocuklarına "Korkmayın, sizi öldürmeyeceğim" dedi diye derinden bir "oh" çekiyor ve hemen ardından türban meselesine yoğunlaşıyoruz. Hadi türbanı konuşuyoruz diyelim. Bari, çözsek değil mi? Ne gezer!.. Konuştukça, içinden çıkılmaz hâle getiriyoruz. Çözüm diye ortaya konan şey, sadece, daha fazla kavgaya zemin hazırlıyor. Biri kalkıp da, "Türkiye'nin türban diye bir problemi yok" diyemedi. O ona taviz veriyor, bu buna. Türkiye'nin gerçek gündemi bu mu olmalıydı? Açlık, eğitimsizlik ve de tabii basiretsizlik!.. Bunlar neden konuşulmuyor? Basiretsizlikten kurtulmadan eğitim ve açlık meselelerine çare bulmanın imkânı var mı? Aklıselim sahibi Yahoo'yu almak isteyen Microsoft tam 44.6 milyar dolar teklif etmiş. Neden hiç, daha dünün firması olan "Yahoo'nun bu kadar para ettiğini" konuşmuyoruz? "Bizim de böyle bir markamız olsun" diye neden bir gayretimiz yok acaba? Türkiye'nin "katma değeri yüksek" üretim yapması lazım ama üretemiyor! Neden? Üniversitelerde bilimle ilgili araştırma yok da ondan. Dolayısıyla, firmalar marka olamıyor. Ve tabii patent alan bilim adamı ve firması da olmuyor bu ülkenin. Önceki gün Sabah gazetesinin manşetiydi. DPT mitingi sonrası çocuklar bir muzcunun etrafını sarmış. Satıcı, sopayla çocukları kovalamaya çalışırken oraya gelen Adana Çevik Kuvvet Müdür Yardımcısı Asım Bulat, 15 YTL verip satın aldığı 10 kilo muzu çocuklara dağıtarak; hepsini mutlu etmiş. Bulat, "O çocuklar gibi ben de alt kesimden geldim, fakirliğin ne demek olduğunu bilirim" demiş. Türkiye'nin gerçeği bu işte. Fakirlikle mücadele ederken akıllı olmamız lazım. Yoksa, çocuklar terörist olur! Bir gerçeği de baş örtüsü. Kadınların baş örtüsüyle uğraşmayı bir kenara bırakıp onları nasıl aş ve iş sahibi yaparız, ona bakmamız lazım. Polis muz verme basiretini göstermişse, üniversite hocasının da vizyon vermesi gerekmez mi? Hiç mi aklıselim sahibi insan kalmadı şu memlekette yahu? Sorumsuz, ciddiyetten uzak; havanda su döverek gününü gün eden asalaklardan bıktık artık. Bıktık! Bıktık!