Önceki makalemde Türkiye'nin "sağladım" diye övündüğü istikrarı, istihdam sayısını azalmasına ve çalışanların ücretlerini düşürmesine borçlu olduğunu yazmıştım. Yeni bir şey söylemişim gibi beni tebrik edenler oldu. Kimi, "Biz bunu hiç düşünmemiştik" dedi, kimi "Böyle muzırlıklar nereden aklına geliyor?" diye sordu. Hatta, "Sen çok zeki adamsın" diye bana iltifat eden bile oldu. Hiçbirisini üzerime almadım tabii. Almam da. Benimki sadece bir tespit; yapar geçerim. "Okullar olmasaydı maarifi ne iyi idare ederdim" sivri akıllılığını gösteren Milli Eğitim Bakanı'nı bağrından çıkaran ve bu gibi meseleleri her defasında 'şıp' diye çözme başarısı gösteren o kurnaz milletin sıradan bir ferdiyim. Şayet benim yaptığım tespit zeka ile ilişkilendirilecek olursa, ülkede hemen herkese madalya vermek lazım gelir. Bu memlekette kimin eli kimin cebinde belli olmadığı gibi kimin kafasında kaç tilki dolaştını bilmenin imkanı da yok! Merhum Nasreddin Hoca'nın o meşhur eşek terbiye fıkrasını hatırlayın bir hele. Her seferinde yemini biraz daha azalttığı eşeğin öldüğünü gören Hoca merhum, "Tam açlığa alışmıştı, öldü" demiş. Çalışanla o eşek arasındaki farkı söyler misiniz bana? Her neyse, sözü fazla uzatmanın anlamı yok. Hoca'nın ibretli sözlerinden kendine pay çıkarmayan ahali benim söylediklerimi mi kaale alacak? Görevi vatandaşına iş ve aş bulmak olan hükümetler, insanları işsiz bırakarak istikrar sağlıyor. Sıkıştılar mı, bir milyon kişiyi istihdam dışı bırakıp her şeyi sütliman hale getiriveriyorlar! Türkiye'nin 70 milyon vatan evladına iş ve aş verecek kadar güçlü bir ekonomiye sahip olmadığı apaçık ortada. "Herkese iş, herkese aş" dedin mi, yandın. Ekonomi balataları sıyırıp kayış atıyor!.. Bir gün apansız alınan bir kararla fazlalar gemiden atılıyor ve istikrar sağlanıyor! Bunun saklısı gizlisi yok. "Adım Hıdır, elimden gelen budur" deyip işin içinden sıyrılıyor sözüm ona iktidarlar. Bunların hepsine eyvallah da, kalkıp bir de; "İstikrar sağladım" diye kasım kasım kasılmaları yok mu, ifrit ediyor beni! Ya, elin oğlu? Hele bir de elin oğluna bakın. Bu hafta sonu Amerikan Sinema Sanat ve Bilimler Akademisi tarafından düzenlenen ve dünyanın en prestijli film ödüllerinden kabul edilen "Oscar Ödülleri" sahiplerini buluyor. En iyi film... En iyi erkek oyuncu... En iyi kadın oyuncu... En iyi senaryo... En iyi yönetmen... Hasılı, sinemayla ilgili ne varsa hepsinin "en iyi"sine ödül verilecek 5 Mart gecesi. Haftalardır, aylardır bu tören için hazırlık yapılıyor. Ünlü sanatçıların üzerinden geçeceği kırmızı halının yere serilmesinden tutun da sanatçıların karşılanmasına kadar her bir şey inceden inceye gözden geçiriliyor. Salondaki ışıklandırmanın ve ses düzeninin çok kaliteli olması için kılı kırk yaran teknisyenler hâlâ çalışıyorlar. 5 Mart gecesi her şeyin eksiksiz olması lazım ki, bütün dünyanın izlediği şovda kusur çıkmasın. Adamlar bütün bunları kakara kikiri olsun diye yapmıyorlar ha. Hepsi ekonomi için. Düşünebiliyor musunuz? Dünyanın 100 ülkesinde canlı yayından veriliyor bu Oskar Ödül Töreni. 4 milyar kadar insan aynı anda bu töreni izleyecek ve aktrisleri tepeden tırnağa inceleyip ne giydiklerine, hangi takıyı taktıklarına ve saç modellerine bakacaklar. Hele kadınlar... Sunucu Jennifer Eniston'ın üzerindeki kostümün ne olacağını şimdiden merak etmeye başladılar bile. Charlize Theron'ın elbisesi, törenden hemen sonra dünyada binlerce, on binlerce kadının giysisi olup çıkacak. Nicole Kidman'ın mücevherleri genç kızların vazgeçilmezi haline gelecek. Organizasyonu yapanlar için ne büyük bir avantaj bu durum; hiç düşündünüz mü? Kostüm ve çanta tasarımcıları, ünlü mücevher firmaları hep bu gece için hazırlanıyorlar. Elin adamı yaptı mı böyle yapıyor. Pazarlama bu işte. Tasarım da... zeka da... hüner de... ileri görürşlülük de... Bizimkiler gibi "insanları nasıl işsiz bırakırım" diye değil, "nasıl daha fazla katma değer elde ederim" diye kafa patlatıyor onlar!..