Kalkınmayı tarif etmek için kitap yazanlar bile var ancak bendeniz tek kelimeyle yapıyorum bu tarifi: Proje... Peki, proje, ne mene bir şey? Yenir mi, içilir mi? Bu 5 harflik kelimenin özünde öyle bir kavram gizli ki, Türk toplumu hiç tanımadı o değeri. Müteşebbisler dahi bilmez bu kelimenin gerçek anlamını! Bilenler de en fazla, süs bitkisi gibi bir güzelliği ifade ettiğini sanır!.. Peki, bu kavram neden o kadar önemli? Batı ülkeleri projeyle kalkındı da ondan. Türkiye ise elinin tersiyle itti bu enstrümanı. Yeni ürün üretmek için proje geliştirmemişsen ya başkasının ürününü kullanacaksın, ya taklit yoluna kaçacaksın, ya da o projenin sahibiyle ortak olacaksın... Ancak, ortak olsan dahi kimse sana yeni ürettiği ürünü vermez. Başka bir ifadeyle bu, nal toplamak anlamına da gelir ki, Türkiye hep yaptı bunu. Nal toplayarak zengin olanı gördünüz mü siz hiç? Türk sanayicisi verdiği projeleri hep usulen verdi. Aldığı krediyi iç ettikten sonra proje verdi. Bazen aynı projeyle 3-5 ayrı kredi alan bile oldu. Hepsi gayri ciddi, hepsi göstermelikti bunların. Batı ise böyle yapmadı bu işi. Ciddi ciddi proje hazırladı adamlar. Akıllı projeye kim kredi vermez? Aldılar tabii. Bir ülkenin kalkınması için kişi başına düşen milli gelirin fazla olması lazım. Katma değeri yüksek üretim yapmadan gelir artar mı?.. Batılıların proje alışkanlığı onların hem kredi bulmasını kolaylaştırdı, hem rakiplerini geride bırakmalarını sağladı, hem de zenginleşmelerine imkan verdi. Türkiye'nin proje yapma alışkanlığı olmadığını iddia ederken işkembeden sallamıyorum. Bir bildiğim var. Türkiye'de araştırma-geliştirme (Ar-Ge) faaliyetlerini teşvik etmek için kurulmuş bir müessese var: Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK). Vah ki ne vah! TÜBİTAK, sadece araştırma yapmıyor, araştırma yapan hemen her kurum, kuruluş ve hatta kişileri de kapsam alanına alıp teşvik ediyor onları. Kim katma değeri olan bir proje götürse para veriyor. Hem de kredi falan değil, doğrudan doğruya hibe. Limiti de yok. Yeter ki önlerine gelen doğru dürüst bir proje olsun. Ülke ekonomisinin rekabet gücünü arttıracak fikri bir proje de olabilir bu proje, sınai de. Tek şart, ekonomik olması. Hatta telif hakkını alması için dahi maddi destek veriyor bu kurum proje sahibine. Eee, bir yerde bu kadar ballı börek varsa, herkesin onun başına üşüşmesi lazım değil mi? Ne gezer! Arayan, soran yok. TÜBİTAK'ın kapısı paslanmış. Arada bir gelene de gıcırdayarak açılıyor o koca kapı. Arayanlar da hâlâ eski alışkanlıkla arıyor! Yeni bir şey yok yani. Üniversiteler mesela. TÜBİTAK, üniversiteleri de fonluyor ama üniversitelerin Ar-Ge diye bir tasası yok ki!.. Aldıkları parayı öğretim üyelerine maaş ödemede kullanıyorlar. Kamunun bu fonlardan faydalanması da malum durumların dışına çıkmıyor! Geriye kalıyor özel sektör. Özel sektörün proje alışkanlığı yok. Dolayısıyla, olduğu gibi kalıyor fonlar. Bu fonlar aslında şirketlere olduğu gibi üniversite gençlerine ve hatta çocuklara bile açık ama dedim ya alışkanlık meselesi! Fon derken öyle basit bir şeyden bahsettiğimi sanmayın sakın. Sadece 6. Çerçeve Programı Fonu'ndan dolayı Türkiye'nin AB'ye ödediği miktar 470 milyon euro. Türkiye bu parayı ödemekle, bu miktarın 10 katı daha fazla faydalanma şansını elde etmiş oldu ama proje üretemediği için verdiği bu paranın üçte biri kadar ancak yararlanıyor bu fondan. Bir de Türkiye'nin Bütçe'den ayırdığı 300 milyon dolarlık bir başka fon daha var ama o da kullanılmıyor!.. Komik değil mi? Bir komik şey daha söyleyeyim de kapatayım bu mevzuu. Sanayicilerin yaptığı bazı Ar-Ge çalışmaları TÜBİTAK fonundan istifade edebilir nitelikte aslında ama bilmedikleri için onu da kaçırıyorlar. İyi mi?