Hani, baraj kapağı açılır da gürül gürül su boşalır ya; aynen öyle. Caddelerde sel gibi insan akıyor. Bu kalabalığı görünce ancak anlayabiliyorum İstanbul'un nüfusunun 15 milyonlara vurduğunu. Milyonun gerçekten büyük rakammış! Ancak, barajdaki su ne kadar duru ve maviyse, sokaklardaki insan manzarası o kadar dalgalı ve siyah. Bu koyuluğun en açık tonu gri. Daha açığı yok!.. Bayramda toplu taşıma araçlarından inip meydanlara dağılan insan güruhunu görünce aklıma düşen fikir bu oldu. İyi ki belediyeler toplu taşıma araçlarını ücretsiz yapıyor bayramlarda... Varoşlarda yaşayan insanları başka türlü görmenin imkanı yok. Onların da şehre inmesi ancak bedava sunulan taşımacılık hizmetiyle mümkün oluyor. Sözümona şehirde yaşayanlarla, şehrin buluştuğu ender günler bayramlar. Peki, görünen ne? Saçı jöleli, cep telefonlu gençler. Başka? Başka yok! Koyu renkli elbise, jöleli saç ve cep telefonu; hem de kameralı cinsinden!.. Bu gençleri görüp de onları ayıpladığım, hele hele hor gördüğüm falan anlaşılmasın. Bunlar benim ülkemin gerçekleri. İnsanın içini titreten gerçekler hem de. Şehre ilk defa inmişliğin verdiği ürkeklikle ne yapacağını bilemeyen o gençler bizim gençlerimiz. Bayramdan bayrama dahil olduğu ortama duyduğu yabancılık hissini, kendisine vermeye çalıştığı o lakayt görüntünün arkasına gizlemeye çalışan bu gençler bizim çocuklarımız. Hem İstanbul'da yaşamak hem de İstanbullu olamamak! Ne acı? Bunun kabahatini biraz da kendimizde aramamız gerekmiyor mu acaba? Bu kopukluğun, bu dengesizliğin, bu adaletsizliğin nedenini arayıp ne yapılabilir noktasında kafa yormalıyız. Yoksa, içine kapanmış ve her an patlamaya hazır bu gençleri kaybederiz. Kimi tinerci, kimi balici, kimi kapkaççı, kimi yankesici olur da farkına varmayız!.. Jölesi bile köyden Bu gençlerin saçlarına jöle sürme geleneği bile İstanbul'dan önceye ait. Hele cep telefonu. Ülkenin en ücra köşesine gidin yine görürsünüz. Her gencin elinde kameralı bir cep telefonu var. Şehirden aldıkları hiçbir şey yok yani. Ne eğitim, ne sağlık, ne iş.. hele tiyatro, sinema gibi kültür hizmetleri... onlar zaten çok uzak bu gençlere. Hiçbir imkanından faydalanamıyorlar kentin. Varsa yoksa aş. Bir lokma ekmek buluyorlar işte. O da hangi yolla ve ne kadar süreyle? Meçhul! Koyu renk giysilerinden dolayı da kınamıyorum onları. Her kabın içindeki dışına sızar. Adamın içinde ümit ve neşe yoksa, giysisi cıvıl cıvıl olabilir mi?.. Maviyi, yeşili, moru, sarıyı, eflatunu taşımak için insanın içinde yanan bir ışık olması lazım. Ümidini kaybetmiş, moralsiz ve yorgun insanlar nasıl fıkır fıkır olsun, nasıl kıpır kıpır görünsün ki? İhlas Vakfı ve diğerleri. Adı üstünde vakıf. Hiçbir kâr maksadı olmadan faaliyet gösteren bu gönüllü kuruluşlar, bedbin gençlerin ümit kapısı. Sığınağı. Hem kendi ülkemizden, hem de komşu ve Türk cumhuriyetlerinden gelen binlerce gencin eğitim yapmasına imkan veren, onları kucaklayan ve her birisine sıcak yuva sunan bu kuruluşların önemini inkar etmek mümkün mü? Cemiyetin hastalıklarını tedavi eden ve topluma sağlıklı insan kazandıran bu kuruluşlar olmasaydı ya bir de!..