Aha şuraya yazıyorum. Biz bu kafayla bir kesere sap o-la-ma-yızzz!... Hangisini sayayım ki!.. Deprem mesela. İlim adamları 'Deprem geliyor' diye bas bas bağırıyorlar ama kimse dönüp bakmıyor. Bu kadar vurdumduymazlık olur mu? Burası Türkiye, olur! Hem de bal gibi olur. Haksızlık etmeyeyim. Medya leşkerleri arasında bu hassas konuya tepki veren olmadı değil, oldu. Oldu ama hepsi de, suya tirit tepkilerdi bunların. Hele bazıları ipe sapa gelmez şeyler yazıp çiziktirdi. "Filanca uzmanı dinledin mi? Marmara'daki muhtemel depremin 7.5 şiddetinde olacağını söylüyor. Hahaha!" Al birini çal öbürüne. Öbürünün dediği daha beter çünkü. "Feşmekanca yerbilimci, 7 şiddetinde olacağını söylemiş. Hohoho!" Bununla kalsa yine iyi. Bir kısmı da, "Yeter. Kesin artık bu açıklamaları. Kimyam bozuldu yahu!" diye efeleniyor. Deprem germiyor da, depremi konuşmak geriyor bizim beyefendiyi veya onun dişini. Pes doğrusu! Böylesine ciddi bir konuyu bu kadar sulandırıp 'ti'ye almak maharet ister yani. Onlarca büyük deprem yaşamış ve on binlerce insanını kaybetmiş bir ülkenin evlatları olan bizlerin gösterdiği bu tepkisizlik nasıl oluyor da Guinness Rekorlar Kitabı'na girmiyor, şaşıyorum doğrusu. Hakeza sel felaketleri. Bir dere kenarında yaşayıp da sel altında kalmayan var mı acaba? Öyle veya böyle mutlaka ceremesini çekmiştir orada olmanın. Buna rağmen hiç kimsenin tepki vermemesine benim aklım ermiyor doğrusu. Sel gittikten sonra eşyaları güneşin altına ser, kurula ve yine o mitilin içine girip keyfine bak! En büyük tepki bu. Çok uzaklara gitmeye gerek yok aslında. İşte İstanbul. Her türlü felaketi yaşayan ve yaşamaya devam eden bu koca metropole kim sahip çıkıyor? Bu sorunun cevabı, koca bir 'Hiç!' Hiç ama hiç kimse sahip çıkmadı bu şehre. Ne taşıyamayacağı kadar göç almasına ses çıkaran oldu, ne yaşadığı depremlere bir çare düşünen, ne de sel baskınlarına tedbir alan. Evet, bu gelişigüzel yerleşime iktidarlar ve mahalli idareler ses çıkarmadı. Hatta zaman zaman teşvik de gördü bu nizamsız, intizamsız şehirleşme. Sonuç ortada. Karman çorman görünümüyle her gün biraz daha çirkinleşen bir şehir. Bu çarpıklığa 'Dur' demek; evvel emirde şuur ister bir kere. Ve tabii bir de kararlılık lazım. Lazım da kim yapacak bunu. Normal bir ülke olsa kolay. Halkıyla el ele verip medya gücünü de ardına alan sivil toplum örgütleri, iktidarların karşısına dikilip bu çarpıklığın düzeltilmesini ister mesela. "Ya düzelt, ya da ben seni düzeltirim!" Biz normal değiliz ki! Tam tersi. Sakın düzeltme! Ne yapacağı, nasıl yapacağı henüz belli değil ama hiç olmazsa Ankara'da şimdi, "Gecekonduları yıkın" diyen bir başbakan var. İstanbul'da da "Gecekonduları yıkacağım" diyen bir belediye başkanı. Tamam, "Yık!" demekle veya "Yıkacağım" demekle olmaz bu işler. Hepsi kabul. Fakat, bir niyet var ortada. Bari onu değerlendirelim. Yok, zinhar olmaz. Ülkenin tüm entelektüelleri sütre gerisine yatıp, çıkacak olan çapanoğlunu bekliyor! Bu mesele bir hallolsa var ya, Türkiye şantiyeye döner ama kimse işin oluruna bakmıyor!.. MI ACABA?!. Sanayi Konseyi'nde konuşan Martin Wolf, "Doğru çivi çakanı destekleyin, yanlış çivinin hesabını sorun" demiş... Bizi bundan daha iyi tarif eden bir söz olamazdı! Süpermen ölmüş... Yaşasın Erdoğan! Dershanelere yılda 909 milyon dolar akıyormuş... Okulda aradığını bulamayanların ödediği bedel bu! Memur maaş zammı tiryakiden çıkacakmış... Bir cebine giren öbür cebinden çıkacak desenize şuna!