Bu başarı öyküsü baştan sona dikkate alınması gereken bir öykü. Çok ders var çünkü. Bilhassa gençler için. 40 sene önce başlayan bir serüvenin hikayesi bu. Anadolu insanının İstanbul'a göç ettiği yıllar yani. İş bulmanın başka çaresi yok, kendini İstanbul'a atarsan ne âlâ; atamadın yandın. İstanbul o günlerde Anadolu'da yaşayanların hayal ülkesi. Büyük, ihtişamlı ve kalabalık. Fakat, tam bir "Gayya Kuyusu". Bavulunu alıp gitmek için yürek ister. Gideceksen de, illa bir yakının olacak orada. Ki, sahip çıksın sana. Ha tek başına İstanbul'a gitmişsin, ha okyanusta yüzmeye yeltenmişsin; hiç farkı yok. Kaybolup gidersin!.. Küçük Ramazan o tarihlerde Adıyaman'da yaşıyor ve daha henüz bıyığı bile tellenmemiş. 13-14 yaşında bir sabi. İstanbul'a gitmek için yanıp tutuşuyor fakat, amcasının oğlu Osman'dan başka yardım isteyeceği kimsesi yok. O da "Olmaz" diyor da başka bir şey demiyor! Osman hem askerliğini yapmış, hem de İstanbul'da bulduğu bir işte çalışıyor. Ramazan'ın "Beni de götür" diye yalvarıp yakarmalarını duymazdan geliyor hep. Ramazan bu. Öyle kolay pes eden bir karakter değil ki. Ertesi gün yine dikiliyor amca oğlunun karşısına. "Beni de götür!" Bir. İki. Üç. Beş... Ramazan bıkmadan usanmadan yeniliyor bu talebini. Osman da "Hayır, götüremem" diye reddediyor her seferinde. 14 yaşındaki çocuğu götürüp de ne yapsın? Ramazan'ı İstanbul'a götürmek demek, orada bir nevi çocuk bakıcılığı yapmak demek ki, Osman'ın hiç yok öyle bir niyeti!.. Ramazan "gitmek"te ısrarlı, Osman "götürmemek"te! "Olmaz" diyor. "Götürmem!" Şimdi sıkı durun. Ramazan öyle bir lâf ediyor ki, amca oğlu Osman'ı olduğu yere çiviliyor onun bu sözü. "Beni İstanbul'a götürürsen, orada seni beslerim." Özgüveni görüyor musunuz? Osman'ın gözleri fincan gibi dışarı fırlıyor tabii, bacak kadar çocuğun sarf ettiği bu söz karşısında. Kendisi güçlü kuvvetli bir yetişkin ve o dahi zorlanıyor İstanbul'un çetin şartları karşısında. Ağzında süt kokan çocuk ne yapsın! Gülüp geçiyor tabii. Azmin zaferi Gel zaman git zaman, Ramazan Osman'ı ikna ediyor. Onu ikna ediyor etmesine ama bir de babası var. O ne diyecek? "Baba" diyor bir gün Ramazan, Mahmut Efendi'nin önünde el pençe durup. "Ben İstanbul'a gitmek istiyorum." Damdan düşer gibi "pat" diye söylenen bu söz babayı da şoka sokuyor tabii. Oğlunu karşısına alıp İstanbul'un zorluklarını anlatıyor bir bir ama kararlı Ramazan'ın bir kulağından girip öbür kulağından çıkıyor onun bu sözleri. "Baba" diyor tekrar. "İzin ver, gideyim. Orada çalışıp evimizi geçindiririm." Baba Mahmut'u alıyor bir düşünce. Aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık durumu yani. "Kal" dese, Adıyaman'ın hali belli. Ramazan burada ne uzar ne kısalır!.. "Git" dese, daha çocuk!.. Gurbete gitmesine izin vermek, demek; onu aslanın ağzına atmak demek bir yerde!.. Ramazan'ın ısrarlı sözleri karşısında naçar kalıyor ve "Peki" diyor sonunda. "Peki, git!" Babasının rızasını aldı ya, Ramazan adeta uçuyor. Ardından da ver elini İstanbul!.. Osman'ın tek odalı evine yerleşiyorlar ama oda dediğin mekan küçücük bir yer, iki kişiye dar geliyor. Osman sığsa, Ramazan sığmıyor. Ramazan sığsa Osman!.. Fakat Ramazan bunların hiçbirini dert edecek durumda değil. Üstüne üstlük bir de işe girmiş ki, keyfine diyecek yok. Patronu bir gün "Sen kaç yaşındasın?" diye soruyor ona. Ramazan göğsünü şişirip öyle bir "14" demiş ki; patronu çok etkilenmiş onun bu yaşını gizlemek için gösterdiği davranıştan. "Aferin sana" demiş, Ramazan'ın başını okşarken. Sonra da adamlarına, "Ramazan'ı tepeden tırnağa giydirin" talimatını vermiş. Ramazan'ın kendine güveni ne babası, ne de amca oğlu görebilmiş ama patronu görmüş işte. Babası ve amca oğluna "Ben size bakarım" demesi pek kaale alınmamış onlar tarafından. Fakat, göğsünü şişirip "14 yaşındayım" deyince, patronunun dikkatini çekmiş Ramazan'daki cevher. 1968'de İstanbul'a gelen Ramazan çalışıyor. Çalışıyor... ve sonraki senelerde 5 kardeşinin beşini de İstanbul'a getiriyor. Kendi işlerini kuruyorlar tabii. Rasa Tekstil'in patronu Ramazan Aksoy o "Küçük Ramazan" işte. Rasa Tekstil, tişört üretiyor ve başta Almanya olmak üzere Fransa, İtalya gibi Avrupa ülkelerine ihraç ediyor bu tişörtleri. Carlo Colucci, Signum, Kitaro, Pierre Cardin, Rwc, Toni Gard gibi markalara fason üretim de yapıyor ayrıca. Rasa'nın bir de kendi markası var: Ramons. Rasa Tekstil Genel Müdürü Mehmet Hanifi Yılmaz, "Pek yakında 'caretta-caretta' markasıyla iç piyasaya da gireceğiz" diyerek; senede 10 milyon dolar ihracat gerçekleştiren Rasa'nın kendine nasıl bir hedef belirlediğinin altını çizdi.