Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) Başkanı Ahmet Ertürk bir bürokratın nasıl olması gerektiğini öyle bir güzel anlatıyor ki, okullarda ders olarak okutulsa yeridir. İstenince yapılıyormuş demek ki!.. Ertürk'ün üstlendiği görev bir bürokratın sorumluluğunu alabileceği en çetrefil ve en zor görevdi. Bunun altını çizmek lazım bir kere. Çetrefildi çünkü, 2001 Krizi'nin ardından şoka giren ekonomiyi yeniden hayata döndürmek için elzem olan finans sektörü tarihinin en büyük çalkantısını yaşıyordu. Bırakın reel sektöre suni teneffüs yaptırmasını, neredeyse kendisi ölüyordu oksijensizlikten!.. Bu durumda önce, finans sektörünün fonksiyonel hale getirilmesi gerekiyordu ve öyle de yapıldı. 22 banka sistemden çıkartılıp fona devredildi. Bu 22 bankanın bazısı "devlete güvenmek" gibi yanlış bir strateji çizdiği, bazısı kötü yönetildiği için, bazısı da sermaye yetersizliğinden dolayı zayıf düşmüş ve krizin getirdiği dalgaları maalesef göğüsleyememişti. Ahmet Ertürk, bu çetrefil duruma müdahale etti ve ekibiyle beraber; devlete getirdiği maliyet 29 milyar doları bulan bu bankaların sahiplerinden tahsilat yapmaya başladı. Ki, gerçekten çok zordu bunu yapmak ama Ertürk yaptı. 15 milyar dolara yakın bir kısmını tahsil etti bu paranın; geriye kalanını da takvime bağladı. 2007 yılında 5.4 milyar dolarlık bir tahsilat daha söz konusu. İşin enteresan tarafından birisi de ne biliyor musunuz? 10 borçlu bankanın ait olduğu gruplarla yapılan geri ödeme anlaşmasına yabancıların ilgi göstermesi. "Bu tahsilat işini bize verin" diyorlar. Ahmet Ertürk, bu protokolleri satıp erken tahsilat yapmanın mümkün olduğunu belirtiyor. "Yiğidi öldür de hakkını yeme" demişler. Sistem bugün şıkır şıkır işliyorsa bunda Ahmet Ertürk'ün basiretli davranışının tahminlerin fevkinde rolü olduğunu kim inkâr edebilir? Onca baskı ve hatta tehdidi göğüslemek her babayiğidin harcı değildi ama o yüzünün akıyla yaptı bu işi. Ertürk'ün basireti Burası Türkiye: Kanun manun hikâye! Para kimdeyse güç ondadır. Mantık bu. Güçlü daima güçlüdür. Kodu mu oturtur. Ahmet Ertürk, bu şartlar içinde hiç eğilmeden dimdik görev yaptı. Ne siyasetçiye boyun eğdi, ne de banka sahiplerinin baskısına. Kanunun verdiği yetkiyi kullanıp işini yaptı; hem de en doğru bir şekilde. Doğruya doğru. Bugün birçok banka milyar dolarlarla ifade edilen bir rakamla satılıyorsa hiç şüphe yok ki, bunda bankacılık sektörünün tabi tutulduğu rehabilitasyon çalışmalarının önemli rolü oldu. Çürükler ayıklanmasa, geriye kalanların yapısı sağlamlaştırılmasaydı bankalara bu kadar cazip teklifler gelir miydi acaba? Sanmıyorum! Da.. yine de TMSF uygulamalarında tenkit edilecek bir şey vardı; neden o 22 bankanın faaliyetine apar topar son verildi? Acaba, birazcık finans desteğiyle bu bankalar eski fonksiyonlarına kavuşturulamaz ve iyi bir bedelle satılamaz mıydı? Olabilirdi tabii. Dedim ya, Ahmet Ertürk basiretli bir bürokrat. Bu bankaların her biri bir marka. Marka demek para demektir netice itibariyle. Kimi 20, kimi 30, kimi 40 sene bu memleketin bankası olarak görev ifa etti. 70 milyon insanın zihnine kazınmış bu markaların hepsi de. Sıfırdan bir marka yapmak kolay mı? Hem zaman lazım, hem de para. Tanıtım için seneler ve bir o kadar da para harcamanın anlamı ne, elde mevcut bankalar varken? Vahap Munyar'ın Hürriyet'teki makalesinde okudum. Ahmet Ertürk, Türk Ticaret Bankası (Türkbank) için "İyi marka" demiş. "Türkbank'ın tüzel kişiliği bizde. Bu markayı yeniden bankacılık sistemine kazandırmak istiyoruz. TMSF'ye de iyi bir gelir kalemi olur." Munyar'ın yazdığına göre Ahmet Ertürk'ün bu düşüncesine Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Başkanı Tevfik Bilgin sıcak bakmamış ve karşı çıkmış. Ya yarın Halit Cıngıllıoğlu çıkıp "Danıştay beni haklı buldu. Demirbank'ımı yeniden kurmak istiyorum" derse?!. Veyahut da Mustafa Süzer, "Danıştay, Kentbank'ın kapatılmasını haksız buldu. Verin lisansımı" diye kapıya dayanırsa!.. İyi ya, desin. Ne var bunda? Yabancıların biri gidip biri geliyor; "Satılık banka yok mu, satın alayım" diye. Bu bankalardan hepsi değilse bile bir kısmı satılıp ülkeye para girse fena mı olur? Paranın Cıngıllıoğlu'na veya Süzer'in cebine girmesi hiç önemli değil. Nihayetinde onlar da bu memleketin evladı. Bravo Ertürk'e. Devam aslanım!