Son Fransa seyahatimde Nice (Nis), Cannes (Kan) ve Monaco (Monako) şehirlerini gezdim. Monaco aynı zamanda devlet; krallıkla idare ediliyor. Her üçü de Güney Fransa'nın sahil şehri. Nice ve Cannes birbirine çok yakın ve her ikisinin de kumsalı var. Monaco ise kayalık; yalıyarlarla dolu. Malum, her üçü de dünya markası. Cannes, film sektörünün yaptığı festivallerle ünlü. Monaco ise kumarhaneleriyle. Amerika'nın Las Vegas'ı ne ise Avrupa'nın Monaco'su da o. Las Vegas nasıl çölde kurulmuş bir şehirse, Monaco da kayaların üzerinde kurulmuş. Orijinleri çöl ve kaya yani. Fakat, bu şehirleri gidip görenler çöl ve kaya ile ilgili bir şey göremez. Her yer yemyeşil. Işıl ışıl. Monaco'daki apartmanların teras katları âdeta botanik bahçesi. Envai çeşit bitki. Merdiven boşluklarına dahi çiçek dikmişler. Sokaklar zaten yeşil. Kimi yere Akdeniz, kimi yere tropikal bitki dikmişler ve her yeri yeşille donatmışlar. Monaco, Taksim-Fındıklı ve Unkapanı Köprüsü arasında kalan alan kadar bir yer. Belki de daha küçük. Fakat, adamlar dünyanın en ünlü şehri yapıp çıkmışlar o el kadar yeri. Leonardo da Vinci tablosu âdeta. Bu söylediğim sadece Monaco ile sınırlı değil haaa. Hepsi öyle. Her üç şehrin de yüz yıllarlar önce çekilmiş resimlerini elde ettim. Eşek bağlasan, durmaz! Monaco tam yalıyar. Her taraf uçurum. Nice ve Cannes'ın tek özelliği deniz ve kum. Geri kalanı maki. Fakat, adamlar buraları yerleşime açarken, şehirlerin misyonunu da çizmişler. Bir kere her birine bir hikâye uydurmuşlar. Cannes mesela. Bir İngiliz Lordunun yolu Cannes'a düşmüş. Şehirde salgın var. Bir köylü misafir etmiş onu. İçtiği çorba öyle hoşuna gitmiş ki, asla unutamamış o tadı. Havası da öyle. Hemen kâğıda kaleme sarılıp Londra'daki arkadaşlarına mektup yazmış, "Gelin" diye. Gelmişler de. Cannes İngilizlerin sayfiye yeri olup çıkmış. Ardından oteller, apartmanlar, derken rezidanslar inşa edilmiş. Sonunda da şehri film sektörünün merkezi yapıp dünyanın gözdesi eylemişler. Nice farklı mı sanki? Villalar kenti. Dünyanın en zengin insanları orada yaşıyor. Binlerce milyoner de sırada bekliyor oralı olmak için. Nice, Cannes ve Monaco. Buralarda ev almak dahi büyük servet gerektiriyor. Fiyatlar milyon dolarlarla ifadesini buluyor çünkü. Nice sahilindeki bir yarımadanın üzerine inşa edilen şato, geçen sene 500 milyon euro'ya satıldı. Alelade bir evin kirası bin 500 euro. Her üç şehrin önemli bir geçim kaynağı da marina. Dünyanın en görkemli yat ve tekneleri orada barınıyor. Onların yer parası ve bakımı müthiş bir gelir kapısı olmuş şehir ahalisine. Fakat, o şehirler marka olmalarını, korudukları yeşilliğe borçlu. Bunu unutmamak lazım. Şayet, yeşili koruyup çevreye saygılı olmasalardı, 5 para etmezdi o şehrin hiçbiri. Bizde sayısız örneği var bunun. Dünyanın en güzel sahilleri bizdeydi. Denizi, kumu, iklimi ve ormanıyla harikaydı her biri. Sonra ne oldu? Hepsi beton yığını haline getirildi ve tanınmaz oldu. Nice'deyken, "Keşke, bizim belediye başkanları buraları görse de şehirlerini burası gibi yapsa" diyecek oldum. Baktım, hiç faydası olmayacak bu dileğimin. Hepsi gördü çünkü. Çaresiz, "Bizim belediye başkanları gelsin buraları yönetsin" diye beddua ettim!.. İster "haset" deyin; ister "fesat!" Böyle dedim. 3-5 yılda bize benzetirler çünkü.