Geçen hafta Zorlu Enerji Grubu'nun Osmaniye'deki Gökçedağ Rüzgâr Santrali'ni gezip görmüş ve yazmıştım, hatırlarsanız. Halil Türkmen aradı beni. Yazıyı, gururla okuduğunu bildirip hemen ardından da sadede geldi. Türkmen, başlangıcından inşaat aşamasına kadar bu projenin her kademesinde yer almış. Haritaların çıkarılması... İmar planı ve ön izinlerin alınması... Bir başka deyimle, bürokrasi ile en fazla cebelleşmenin yaşandığı dönemde rol almış Halil Türkmen ve firması. Çok şey anlattıysa da girmeyeceğim. Çile! Çilenin nesini anlatayım? Bizdeki bürokrasi, malum. Birinin "ak" dediğine, diğeri "kara" der!.. Yatırım ve yatırımcıdan hazzetmez bizim bürokratımız. Kimse bir şey yapmasın ve her şey bürokrat efendinin kontrolünde kalsın! Nasıl bir mantıksa? Elbette ki, bürokrattan gözü kapalı imza atması beklenemez. Bu tür beklentisi olanlar yok değil, var. Onları bertaraf etmek yine bürokratın görevi. De... liyakat olmadan olmaz bunların hiçbirisi! Bürokratın yetki ve sorumluluğunu doğru kullanması lazım. Türkiye'nin tek meselesi bürokrasi olsa, öper başına koyar insan. Bir de sözde çevreciler var. Ki, yaka silktiriyor yatırımcıya. Bunun son örneği, Rize İkizdere olayında yaşandı. Adamların mantığı, "su aksın, biz bakalım" mantığı!.. Çevreci söz ve eylemlere karşı değilim. Aksine, Türkiye'nin çevre bilincinin eksik olduğunu düşünüyor ve çevrecilerin daha etkin olmasını istiyorum. Fakat, körü körüne çevrecilik de ne oluyor? Karadeniz Bölgesi göreni kendine hayran bırakan bir bölge. Dağları, yaylaları ve de sahili; tek kelimeyle harika. Tabiat harikası bölgenin, turizm potansiyeli yeni yeni fark edilmeye başlandı ve başta Orta Doğu olmak üzere çeşitli ülkelerden akın akın turist geliyor şimdi. Sadece, bu yönüyle dahi çevre; öne çıkan bir faktör olup çıktı. Karadeniz su yönünden de çok zengin bir bölge. 3 bin, 3 bin 500 metre yüksekliğindeki dağlarda eriyen kar suları çağlayanlar şeklinde akıp denize dökülüyor. En önemlisi de yaz kış akıyor olması. Ki, hidroelektrik santrali (HES) için biçilmiş kaftan. HES öyle çok büyük baraj falan isteyen tesis değil ki, "çevre mahvoluyor" diye ağıt yakalım. Dünyayı ayağa kaldırıp bu tesislerin yapılmasına mani olalım. Suya az biraz debi kazandırılıyor ve yüksekten akan suyun enerjisinden elektrik üretiliyor. Hepsi o! Burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus, inşa edilen tesisin görüntü kirliliğine neden olmaması. HES'e değil, HES'in çevreye uyum sağlayıp sağlamadığına hassasiyet göstermek lazım. Yoksa, "istemezük" demekten ileri gitmez çevrecilerin söz ve eylemleri. Bölgeye sık gidip gelen bir gazeteci olarak söylüyorum. Karadeniz'de inşa edilen meskenlerin çoğu, HES'lerden daha çok kirletiyor çevreyi. Ayrıca, heyelan tehdidi altında çoğu bu binaların. Çevreciler, o devasa apartmanlar inşa edilirken neredeydiler acaba? Söylemek istediğim şu: Siyasetçi de, bürokrat da, çevreci de lazım bu ülkeye. Ama, hepsinin şuurlusu lazım!