Türkiye'nin en önemli meselesi nedir diye bir soruya muhatap olsam; ikiletmeden "Kürt Meselesi" derim. Ekonomiden dış politikaya, siyasetten sosyal yapıya kadar her bir alanı etkiliyor çünkü. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'ya gitmek isteyen yatırımcı gidemiyor mesela. Sosyal hayat desen hepten etkilendi ve toplum yavaş yavaş uçlara doğru kaymaya başladı. Hakeza dış politika. Türkiye aktif bir politika uyguluyor komşu ülkelerde ama sık sık "Siz önce kendi meselenizi halledin" türü sözlere muhatap oluyor. Siyaset desen hepten çıktı şirazesinden. Toplum bölünüyor yine. Kahvehaneler yeniden ayrılırsa şaşmam. Bunlar Türkiye'ye yakışmıyor doğrusu. Ayrıca boğuyor ülkeyi. Nefes alamaz hale getiriyor. Atla deve değil halbuki bu tansiyonu düşürmek. Siyasetçi, bugün "doğru" dediğine yarın "yanlış" demesin yeter. Şayet, "siyaset öyle gerektiriyor" derse; yazık olur ülkeye. "Doğru"yu da "yanlış"ı da birbirinden ayıran bir aklıselime ihtiyacı var Türkiye'nin! Bu aklıselimin örnekleri de var ülkemizde. Önemli olan bu örnekleri çoğaltmaktan geçiyor. Bir örnek vereyim ki ne demek istediğim daha iyi anlaşılsın. Mersin'den vereceğim örneği. İki belediye başkanı. Birisi Tarsus Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz. Diğeri de Akdeniz Belediye Başkanı Fazıl Türk. Fazıl Türk BDP'li. Burhanettin Kocamaz ise MHP'li. Mersin için bir toplantı var diyelim. Bu iki belediye başkanı iki eli kanda da olsa gelir o toplantıya. "Farklı partilerin mensubuyuz, bir araya gelmeyiz" demezler asla. Kendi sorumluluk alanlarında çözülmesi gereken bir mesele varsa şayet, o vakit de çalmadık kapı bırakmazlar. Ta ki işleri halloluncaya kadar ısrarla aşındırırlar devletin kapısını. Burhanettin Kocamaz geçmişte "Aman başkan, oraya gitmeyin! Orası kurtarılmış bölge" diye ikazlar almasına rağmen ilçesinde gitmediği mahalle, ziyaret etmediği kahvehane bırakmadı. Ev ev dolaştı. Fazıl Türk de öyle. Hem gidiyor hem de hizmetin eşit dağılımı hususunda fazlasıyla hassasiyet gösteriyor. BDP'li diye torpil yaptığı veya öncelik verdiği bir vatandaş yok. Herkes eşit onun nezdinde. Hâl böyle olunca problem de kalmıyor tabii. Demek ki mesele öncelikler meselesi. Şayet seçilmişler seçildikten sonra herkesin başkanı, vekili, bakanı olduğunu bilir ve kendisine yüklenen bu sorumluluğa müdrik bir davranış sergilerse; ortada ne terör kalır, ne de anarşi! Bütün mesele önceliklerin doğru tespit edilmesine ve aynı görevin aynı hassasiyetle ifa edilmesine kalıyor. Şayet bu iki başkan azıcık ideolojik davransa, Çukurova duman olur. O kadar hassas yani. Mahalli idareler vaziyeti sükûnetle idare etme basireti gösterince, devletin güvenlik güçleri de rahat çalışma fırsatı yakalıyor. Ayrıca eğitim ve sosyal yardımlaşma alanlarında da isabetli kararlar alma ve sistemi çalıştırma imkânı doğuyor. Demek ki problem farklı partiden seçilmiş olmaktan kaynaklanmıyor. Problem, sorumluluğuna müdrik olmamaktan kaynaklanıyor!