İstanbul Sanayi Odası (İSO) 10'uncu "Sanayi Kongresi"ni de gerçekleştirdi. Önceki gün biten kongre, 10 senenin verdiği tecrübeyle zirve yaptı. Konuşmacıları, katılımcıları ve kamuoyundan gördüğü teveccühle gerçekten bir numaraydı! Organizasyonu İSO yapsa da kongre tüm Türkiye'nin kongresi oldu. Bütün oda ve borsa yöneticileri oradaydı bir kere. Ayrıca üniversitelerin iştiraki de fazlaydı. Bir nevi üniversite-sanayi, Anadolu-İstanbul buluşması oldu yani. Ana teması "inovasyon" idi kongrenin. Üst başlığı ise "Dalgaları Yöneterek Geleceği Tasarlamak." Standford Ekonomi Politikaları Araştırma Enstitüsü Kıdemli Üyesi Paul Romer "Geleceğin Rotası"nı çizerek; Türkiye'nin dalgaları nasıl yönetmesi gerektiğini anlattığı kongre tam bir "beyin fırtınası"na dönüştü. Romer, sistemin karmaşıklaştığı dönemlerde yeniden tasarlamak gerektiğine dikkat çekti ve hemen ardından da, "yeni sistem kurmak sanıldığı kadar kolay değil" diyerek; onun çare olmayacağının altını çizdi. Öyle ya, toplumlar değişikliği kolay kabullenmezler. Tabiat meselesi. Alışkanlıklarının değişmesinden hazzetmezler. Tepki gösterirler yeniliğe! O zaman özel mekanlar kurup öyle aşmak gerekiyor bu engeli. Özel statülü şirketler, ya da özel statülü bölgeler. Kanunları dahi ayrı bölgeler olmalı ki, dışarıdaki statüko orasını da kontrolü altına alıp sistemi kilitlemesin! Bir başka yol daha var; o da, standart ithali. Türkiye bu yolu kullandı aslında; hele AK Parti iktidarı. "AB kriterleri bunu gerektiriyor" dedi ve reform sayılacak birçok hukuki ve iktisadi kararlar aldı. İyi de oldu. Da... yetmez! Türkiye gibi hızlı büyüyen ve gelecek yılların 10 büyük ekonomisinden biri olmaya namzet bir ülkeye yetmez bu kriterler. Daha olması lazım. Türkiye bugün dünyanın 17'nci büyük ekonomisi ama iş teknolojiye geldiğinde birdenbire 42'nci sıraya düşüveriyor. Vahim! Ar-Ge çalışmalarının hızlandırılması lazım. Ar-Ge'ye ayrılan fonla, araştırmacılara verdiği değerle telafi etmesi lazım bu eksikliği. Güney Kore'deki Ar-Ge mühendislerinin sayısı, diğer mühendislerin toplamından daha fazla. Türkiye'nin de böyle olmaktan başka çaresi yok! Paul Romer, sözlerinin kuyruğunu bağlamadan önce, "En iyisi mega kentler kurmak" dedi. Romer globalleşmeyle birlikte şehirlerin de birbirine yaklaştığına işaret etti. Tokyo, Seul, Hong Kong, İstanbul, Paris, Londra, New York gibi şehirleri örnek gösteren Romer, "Bu şehirlerde ne ararsan bulabiliyorsun" diyerek; dünyadaki trendin büyük şehirlerden yana olduğunu ifade etti. İstanbul gerçekten büyük bir şehir ve istediğin an ve saatte dünyanın hemen her yerine ulaşma ya da uçma fırsatı veriyor. Bir iş adamı daha ne ister? Bir şehirde konaklama, ulaşım ve iletişim imkânı varsa, o şehir yatırımcı ve turist için vazgeçilmez şehir olup çıkıyor. İstanbul bu yönüyle dünyanın vazgeçemeyeceği önemli bir şehir olup çıktı. Romer, "İstanbul yetmez ama" diyerek; İstanbul'la rekabet edecek bir ya da birkaç şehrin daha kurulması gerektiğine dikkat çekti. Ayrıca, bu şehrin İstanbul'a uzak olması ve yabancı göçmenlere de kucak açması gerektiğini belirtti. Mersin Ticaret ve sanayi Odası Başkanı Şerafettin Aşut ile diğer yöneticiler de vardı. Hemen "O kent Mersin olsun" diye seslerini yükselttiler tabii. Ki, pek de haksız sayılmazlar hani. Mersin o standartlara sahip çünkü.