Dünya müthiş bir değişim yaşıyor. Bu değişimin hızından başı dönmeyen yok gibi. Amerika, Avrupa, Japonya gibi ülkeler farklı etkilendi, Çin, Rusya, Hindistan gibi ülkeler daha farklı etkilendi belki ama bu değişimin herkesi etkilediği kesin. Süper gelişmiş ülkeler olarak bilinen Amerika, Almanya, Japonya gibi ülkeler hem eğitim, hem teknoloji ve hem de ekonomi üstünlüğü olan ülkelerdi. Bu ülke vatandaşları yoksulluğu adeta unutmuştu. Hemen hepsi konfor içinde yaşıyordu. Buralarda "mavi yakalı" dediğimiz bir işçinin saat ücreti 40-50 doları bulmuş, "beyaz yakalı" elemanlar ise daha fazla ücret alır olmuşlardı. İspanya, Yunanistan, Portekiz, Kore gibi ülkeler de onlara yakın gelişmiş ülkelerdi. Buralarda işçi ücreti belki çok ahım şahım değildi ama "beyaz yakalı"ların durumu olsun, toplumun yakaladığı refah seviyesi olsun; dört dörtlüktü. Her nimetin bir külfeti var tabii. Batılı vatandaş bir eli yağda, bir eli balda yaşıyordu ama sosyal güvenlik açığı her batılı ülkenin korkulu rüyası olup çıkmıştı. Çin ve Hindistan gibi geri kalmış Asya ülkelerinde ise durum çok farklıydı. Oralarda iki yakası bir araya gelmiş insan sayısı parmakla gösterilecek kadar azdı. Rusya da öyleydi hakeza. 2000'li yıllara gelindiğinde her şey birdenbire ters yüz oldu. Çin müthiş bir atak yaptı. Siyasi yapısını olduğu gibi muhafaza etmesine karşılık ekonomik ve sosyal reformları peş peşe sıraladı. Bugün herkes Çin'i konuşuyor. Her sene 60 milyar dolara yakın doğrudan yatırım alan bu ülke, dünyanın kâbusu olup çıktı. Çin bugün dünyanın kullandığı alüminyumun yüzde 18'ini tüketiyor. Bakırın ise yüzde 20'sini. Çelikte yüzde 27, kömürde yüzde 30, çimentoda yüzde 47'leri buluyor bu oran. Balığın bile yüzde 33'ünü Çin tüketiyor. Bu durumda Çin'de balık olmayı kim ister? Petrolün yüzde 7.7'si yine Çin'de tüketiliyor. Bu oran ya yüzde 10'lara çıkarsa? Türkiye ne yapacak? Enerji çok önemli. Herkes onu konuşuyor. Sadece ekonomik olarak önemli değil hem de; siyasi olarak öyle. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı George W. Bush petrol için koşturuyor da Rusya Devlet Başkanı Putin duruyor mu? O da petrolün peşinde. Elindeki petrol ve doğal gazı pazara süren Rusya, ekonomik dengesini kurduğu yetmiyormuş gibi ticaret fazlası vermeye başladı. Böyle bir değeri kim kaybetmek ister ki? AB de farkında bunun. O da tabii kaynaklar peşinde koşuyor zaten! Bu değişimin en civcivli günlerinin yaşandığı şu dönemde kalkınmış ülkeler teknolojilerine ve Ar-Ge faaliyetlerine güveniyor. Çin ve Hindistan ise ucuz işçiliğine. Ya Türkiye? Ne teknolojisi var, ne Ar-Ge'si. Ne de tabii kaynakları!.. Ucuz işçilik dönemi de bitti bitiyor. Bugün Çin ve Hindistan'da bir saatlik işçi ücreti 1 dolar. Sadece bununla kalsa yine iyi. Dünya ucuz işçilikten ucuz beyin gücüne geçiyor. Asya ülkelerinde bir profesörün aldığı ücretle işçinin aldığı ücret arasında pek fazla bir fark yok!.. Bu durumda Türkiye kendine bir çıkış yolu bulabilir mi acaba? Hiç şüpheniz olmasın ki, Türkiye'nin bir çıkış yolu var; hem de içinde bulunduğu şartları fırsata çevirebilecek kadar var. İster kalkınmış ülkeler olsun, isterse kalkınmakta olan ülkeler... Her ikisi de ara elemana ihtiyaç duyuyor. Şayet Türkiye dünyanın ihtiyaç duyduğu ara elemanı yetiştirecek eğitim sistemini kurar ve hizmet sektöründe iddialı hale gelirse, karada ölüm yok Türkiye'ye. Bunun için Türkiye'nin yapması gereken tek şey önceliklerini belirlemek ve kendine yeni bir yol haritası çizmek. O da üç aşağı beş yukarı belli aslında. Türkiye'nin rekabet gücü en yüksek 10 sektörü: Turizm, yazılım, ilaç, el sanatları, kimya, giyim-ayakkabı, otomotivi, gıda, içecek, demir-çelik, gemi inşa ve cam. Şayet Türkiye bu sektörlerde elini güçlendirir ve hizmet sektörüne ağırlık verirse, aha şuraya yazıyorum; uçar!..