Geçmiş zaman! Tam hatırlayamıyorum ama 8-10 sene kadar önce olduğu kesin. Bayağı eski yani. Ümit Sinan Topçuoğlu ile birlikte ziyaretime geldiğinde, "Türkiye'nin tanıtımını yapacağım" demişti. Ürettiği malı yurt dışına satarken; üzerinde Türk Bayrağı bulunan bir ambalaj içinde ihraç etmeyi düşünüyordu. Ben de ona aklımın erdiği, dilimin döndüğü kadar yol göstermiştim. Boş ver ülke tanıtımını falan, dedim. Bunu söylediğimi çok iyi hatırlıyorum. İşini düzgün yap, ülkeni zaten tanıtmış olursun! Serde gazetecilik var, akıl da gani. Ayağıma gelen fırsatı kaçıracak değilim ya, söyledim de söyledim. "Aman ha aman!" gibi birkaç beylik söz de sarf edip yolladım onu. Hele bayrak mayrak konusuna hiç girme, dedim. Başın ağrır!.. Beni dinlemedi tabii. Söylediklerim bir kulağından girip öbüründen çıktı. Belki de daha odadan ayrılmadan onu terk etmişti, söylediklerim. O, aradan geçen o kadar sürede bildiğinden vazgeçmedi. Ayrıca, taviz de vermedi. İyi ki vermemiş! 8-10 sene içinde sayısız gastronomi festivaline katıldı. Eğitim sempozyumuna gitti. Yarışmacı Türk aşçıların destekçisi oldu. Hemen her ülkenin siyasetçisine baklava yedirdi, tv'sine röportaj verdi. Gazetelerde çarşaf çarşaf resmi yayınlandı. Birçok ülkenin diplomatı ve ticari ataşesi "işin sırrı"nı ondan kapmaya çalıştı. Ayrıca, eşleri de gelip baklava nasıl yapılır onu öğrendiler Güllüoğlu'ndan. Hakeza müzik dünyasının meşhurları ve sinema sanatçıları. Rock'cısı, cazcısı, şarkıcısı, türkücüsü hepsi ama hepsi gelip ağzını tatlandırmış o mekanda. Hasılı, dünyada ün yapmış ne kadar şöhret varsa, yolu bir şekilde Güllüoğlu'na düşmüş ve "anı defteri"ne yediği baklavanın nefis olduğu şerhini düşmüş. Tek başına Karaköy Güllüoğlu'nun patronu Nadir Güllüoğlu'ndan bahsediyorum. Adamın Karaköy'de bir fabrikası, bir de satış mağazası var. Bu kadar mütevazı bir işin sahibi ama hayalleri çok büyük. Geçen gün bir yerde okumuştum. "Sabah uyandığımızda iki basit seçeneğimiz vardır" diyordu o yazıda. "Tekrar uyuyup rüya görmek veya uyanıp rüyanın peşinde koşmak." Nadir Güllüoğlu, uyanıp rüyanın peşinde koşanlardan. Türkçe'de "s" harfi ile başlayan ne kadar pozitif kelime varsa, hepsi onun rehberi olmuş. "Sevgi ve saygı" diyor evvel emirde. "İşini sevecek, müşterini sayacaksın!" Sevgi ve saygıyla sınırlı değil tabii bu sözler. Sempati... sadakat... sabır... samimiyet... sebat... sükunet... seçicilik... kelimelerinin manası onun rehberi, işinin şiarı olmuş. Türkçe'deki "s"ler yetmemiş, İngilizce'ye de dalmış Nadir Güllüoğlu. Gülmek manasına gelen "smile"i de oradan alıp yerleştirmiş kendi "s"leri arasına. "Bir esnafın mutlaka güler yüzlü olması lazım" diyor Nadir Güllüoğlu. Müşterisine gülümseyecek, işçisine gülümseyecek, komşusuna gülümseyecek. "Şayet, gülmüyorsa yapmasın o işi." Eğri oturup doğru konuşalım. 10 sene önce Nadir Güllüoğlu'nun "ülkemi tanıtacağım" demesi bana bayağı bir imkânsız gelmişti. Ayrıca, neden "ben" değil de, "ülkem" diyor diye şaşırmıştım. Öyle ya, Nadir Güllüoğlu'nun eti ne, budu ne ki ülkeyi tanıtsın!.. Topu topu ayda 10 ton baklava ihraç ediyor. Hepsi tanıtıma gitse ne olur?! Da... isteyince oluyormuş demek ki. Yunanlının "Benim" diye sahiplendiği Türk baklavası kimliğini onunla yeniden buldu. Nadir Güllüoğlu her bir dilim baklavayı Türk bayrağına sarıp öyle satıyor Avrupa'ya, Amerika'ya. Kimi layt, kimi normal ama hepsi bayrağa sarılı bu baklavaların. Karaköy Limanı'na yanaşan gemiden inen turistlerin pasaport kontrolünden çıkar çıkmaz soluğu Güllüoğlu'nda alması boşuna değil tabii. Nadir Bey, tanıtım yapıyor. Adam daha Kanada'da gemiye bindiğinde hayalini kurmaya başlıyormuş Güllüoğlu baklavasının!.. Onun bu azminin örnek olması gerekiyor bence; öncelikle devlete, sonra da özel sektör temsilcilerine. Haksız mıyım?