Dünya hafif ve orta şiddette bir iktisadi krize girdi, çıkamıyor. Bu gidişin?ana?müsebbibi Amerika. ABD ekonomisi "bütçe açığı" ve "cari açık" illetinden kurtulamıyor çünkü bir türlü. Malum, ABD hapşırmaya görsün, dünya hemen zatürre oluveriyor. Türkiye de o dünyanın bir parçası; etkilendi. En az hasarla sıyrılmak için elinden geleni yapıyor. Merkez Bankası (MB) "sıkı para politikası"ndan, Hükümet ise "maliye politikası"ndan taviz vermiyor. Maksat belli; ekonomi yara almasın. Türkiye uygulanan bu politikaların meyvesini almaya başladı da. Korkulu rüyası olan "cari açık" geriledi. Hem de yüzde 60 oranında geriledi. Geçen yılın yedi ayında 34 milyar 500 milyon dolar olan cari işlemler açığı bu yılın aynı döneminde 15 milyar 700 milyon dolara düştü. Bundan iyisi Şam'da kayısı! Da... aktörlerin keyfi yok. Reel ekonomi sancılı. Uygulanan sıkı para politikaları satışı, ihracatı olumsuz etkiledi. En önemlisi kârlılığı bitirdi. Sanayici ya zarar ediyor, ya da başa baş fiyatla mal satıyor. Çark dönsün! İşletmelerin yüksek katma değer elde edebilmesi için teknoloji yatırımı yapmaları şart oldu. Ar-Ge'ye bütçe ayırmaları zaruret haline geldi. İnsan kaynaklarını güçlendirmeleri lazım. Bunlar parayla olur. Para yok ki, yapsınlar! Ne özkaynakları yeterli, ne de yeteri kadar kâr edebiliyorlar! Ee, bu şartlarda hayatta kalmayı başarı saymaktan başka bir şey kalmıyor geriye. Nereye kadar? Ekonomi küçülüyor. İhracat düştü. Çare ne? Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan "Balataları sıyırmayalım" dedi. Bu söz, Merkez Bankası'na bir ikaz aslında. Büyümeyi daraltıcı politikaların yumuşatılmasını istiyor. Bütün dünya "sıkı para" politikaları uygularken Türkiye politikalarından taviz verebilir mi acaba? MB şu an "aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık" durumunda. Politikaları gevşetmenin faturası da ağır çünkü. Ekonomi krize girmeye görsün, tekrar toparlanma seneler alabilir. Ne yapmak lazım? Bu sorunun cevabını bulmak için tekrar başa dönmek lazım. Cevap orada çünkü. ABD ekonomisi neden zafiyet içine girdi? Gayet basit bu sorunun cevabı. Basra Bölgesi'ndeki petrol uğruna girdi. 1990 yılında Saddam Hüseyin'in Kuveyt'i işgaline izin vermedi. Hatta petrol yataklarının önemli bir kısmı Körfez Bölgesi'nde olan Suudi Arabistan'ın yer altı zenginliğinin dahi Irak'ın eline geçme ihtimali vardı. ABD bunun da önüne geçti. Ardından da Saddam'ı devirip Irak'ı kontrol altına aldı. Bunların hepsi petrol içindi. Bu operasyonların Amerika'ya maliyeti 2 trilyon doların üstünde oldu. ABD şimdi petrol için harcadığını petrolden geri almanın peşinde. Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde yaşanan değişimi biraz da bu açıdan değerlendirmek lazım. ABD petrol rezervlerini kontrol altına alarak; gelirlerini arttırmaya çalışıyor. Rusya, Çin ve Avrupa ise "sen alacağına ben alayım" derdinde. Bütün dünya "petrol kavgası" veriyor yani. Türkiye için de geçerli aslında bu strateji. Türkiye'nin geleceğini garanti altına alması için petrole ulaşması lazım. Dünyanın 10 büyük ekonomisinden biri olacaksa, şart bu.