Allah'a şükür; 16 büyük köyümüz var. Pardon, şehrimiz! İnsanın daha bir çift laf etmeden, kullandığı bir kavramı "pardon" deyip tevil etme ihtiyacı duyması ne kötü. Şaka olsa dahi. Ama burası Türkiye; yok öyle! Söylediği sözü yuttururlar adama!.. Büyük şöyle dursun, küçük şehri yok bu ülkenin. Şehirleşme ve şehirli olmanın bedelini ödemedik ki, şehrimiz olsun! Altyapı adına hemen hiçbir şey yok ama dağ taş bina dolu. Bina. Bina. Bina! Büyükşehirler gecekondulaştı. "Taşı toprağı altın" diyen bina dikti bu güzelim şehirlere. İşin garibi, kimsenin kılı kıpırdamadı bu çirkin yapılaşma sürüp giderken. Adeta bir yağmalama yaşandı da kimsenin gıkı çıkmadı! Başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerin hepsi feryat ediyorlar şimdi. Boğuldum. Tükendim. Büyükşehir fonksiyonumu kaybedeli çok oldu. Yolum yetmiyor! Suyum yetmiyor! Havam yetmiyor! Arsalarım tükendi! Beton yığını haline geldim. Üzerimde yaşayanlar eziyet çekiyor. Şehir olmak istiyorum artık, şehir! Şehirde yaşamak bedel ister. Bugünkü asgari ücretle şehirli olunmaz. Olsa olsa köylü olunur! Yaşadığın yer de şehir değil; olsa olsa köy olur! Şehirde şehirli gibi yaşamak isteyen kişinin 2 bin YTL asgari geliri olması lazım. Bu bedeli ödeyebilen ancak insan gibi yaşamaya hak kazanır. İşte o vakit şehirli olunur ve o şehirlinin yaşadığı şehir köylükten çıkıp büyük şehir olur. Yoksa, büyük köy kalır orası. İnsanlar insan gibi yaşasın, şehirler şehir gibi olsun isteniyorsa; asgari ücretin 2 bin YTL olması gerekiyor. Asgari ücret büyük şehirlerde 2 bin YTL, küçük şehirlerde ise 608 YTL olmalı. Böyle olursa ne olur? İmalat ve sanayi küçük şehirlere kayar her şeyden önce. Kişi kendi şehrinde iş bulmuşsa şayet, büyük şehrin taşı toprağı altın olmaktan çıkar onun için. Ayrıca, kayıt dışı da kayıt altına alınmış olur. Bugün istihdamın yarısı kayıt dışı çünkü. İstanbul'un gerçekten İstanbul, dünya kenti olabilmesi için bu güzelim şehirde yaşayanların mutlaka bedelini ödemesi lazım. Şehirleşmenin bedeli ödendiği takdirde İstanbul köy olmaktan kurtulur. Gelin, bölgelere göre asgari ücret uygulamasına geçelim ve şehirlerimizi birer büyük köy olmaktan kurtaralım. Bugün İstanbul'da bedelini ödeyemediği için ezilen milyonlarca insanımız yaşıyor. O insanları da kurtaralım bu eziklikten; daha doğrusu çile çekmekten. Bu yazı bana ait değil. Değerli ağabeyim Ender Arvas'ın. Ama, altına imzamı atarım. Virgülüne dokunmadan sütunuma taşımam ondan zaten. Doğruya doğru Çorap sanayinde başarılı projelere imza atan ve ihracat rekorları kıran Arvas'ın sözlerini teyit eden birkaç söz de bendeniz sarf etmek istiyorum. Bir kişinin bir öğün yemek maliyeti, taş çatlasa 10 YTL'dir. Yağı, suyu, sebzesi, eti ve tatlısı; hepsi dahil buna. Lokantaya giden o kişi 15 YTL verdi mi, paşa gibi doyurur karnını. Eee! Boğaz'da 100-150 YTL'ye yemek yemek ne oluyor peki? Bu sorunun cevabını vermeden önce bir şey daha anlatayım müsaadenizle size. Sirkeci'de Hocapaşa Camii karşısında bir köfteci var: Rumeli Köftecisi. Nefis köfte yapar. Ucuz da. Bu köfteci yeni bir adet edindi, çay vermiyor. Köfteden sonra canın çay istedi diyelim. Vermiyor adam. Sebebini sonradan öğrendim. Karnını doyuran kişi çay içerken, köfte yemek için gelen müşteri ayakta beklemeye mecbur kalıyor; kimi de sıkılıp çekip gidiyor. İşi köfte satmak olan bir işletme, bu vaziyette çay verir mi? Git, çayını çaycıda iç! Bu tür işletmelerde yemeğini sırt sırta, itiş kakış yer ve çıkarsın. Boğaz'daki restoranda ise akşam oturur gecenin bir yarısına kadar hem Boğaz'ı seyreder, hem de eşin dostunla sohbet ede ede yemeğini yersin. Ayrıca, yan masadaki kişinin nefesini ensende hissetmezsin. Seyrektir masaların arası. Ayrıca, verilen servis de çok farklı. "Yemeğini ye ve git" dermiş gibi bakan garson yerine, "Size hizmet etmek görevim" diyen eğitimli garsonlar vardır size hizmet eden. Eee, bunun bir bedeli olmalı değil mi? Bunu şunun için anlattım. İstanbul'un katma değeri yüksek işler yapması ve hem nüfusunun, hem de üzerindeki binaların seyreltilmesi lazım. Ne bu gecekondu? Yakışıyor mu İstanbul'a? İstanbul'un Boğaz'daki işletme mantığıyla yönetilmesi lazım. Yoksa, İstanbul'un kıymetini bilemeyen belediye, ticari kuruluşlar ve sivil toplum örgütleri vebal altında kalır!.. İstanbul'un sanayi kenti değil; finans merkezi... turizm ve kültür şehri olması lazım. Yapan olursa tabii!