Başbakan Erdoğan, yeni yılda yeni imaj istiyormuş. Bugüne kadar taşıdığı 'Kasımpaşalı' üslubundan vazgeçiyor anlaşılan. Bu karar kendisinin mi; yoksa, söylendiği gibi teklif Ayşe Böhler'den mi gelmiş pek bilmiyorum ama yerinde bir karar olduğu kesin. Vatandaşın bir kısmı daha geçtiğimiz günlerde pankart açıp, 'Senin Kasımpaşalı yürüyüşünü seviyoruz' diye slogan attı ama doğrusu bu imaj; Türk halkını kucaklayan ve tamamı tarafından hüsnükabul gören bir imaj değildi. Türk halkının ezilene sahip çıktığını bilmeyen mi var? Onu yüceltir de. Fakat taşıdığı noktada onun çok dirayetli olmasını istemek gibi başka bir özelliği daha vardır ki, onu da gözardı etmemek lazım. İktidardaki liderin kendi karizmasını ortaya koyup çevresine sinerji yayması, toplumla empatik bağ kurması gerekiyor. Bu da gayet tabii ki imajla oluyor. Bu pencereden bakınca, Erdoğan geç bile kaldı. Erdoğan'ın yetenek ve kabiliyetini tartışacak değilim ama uzmanlar; imajın, bunlardan 9 kat daha etkili olduğunu söylüyorlar. O bir lider ve de başbakan. Çok sevilmesi ve güven kazanması lazım. Köhler'in Erdoğan'a ilk tavsiyesi ABD başkanlarının çalışma tarzı olmuş. İyi de etmiş. Başbakan Erdoğan, giyim tarzından dolayı genç olmanın avantajını kullanamıyor. Üzerindeki klasik giysiler onu yaşlı gösteriyor bir kere. İlk iş, o giysileri atıp daha spor giyinmesi lazım. Ki; bu da zor değil. Zaten sporcu, kendisi. Bununla bitmiyor tabii. İmaj unsuru, sadece fotoğrafçıya poz vermek değil ki. Görüntü ve saç stili kadar beden dili, karizma, özgüven ve vizyon da önemli. Bu imajın, samimi ve zeki olması da ayrı bir şart tabii. Kendi karakteri öyle olmamasına rağmen, verdiği politik kavga ona hırçın bir üslup kazandırdı. Bugünün toplumu sempatik ve hoşgörülü liderleri seviyor. Erdoğan'ın özünde var olan bu kişiliğinin iyi parlatılıp öne çıkarılması gerekiyor. Biraz daha kendi olmalı yani. Ayşe Köhler mademki ABD başkanlarını gündeme getirmiş. Biz de eski Başkan Bill Clinton'dan bir örnek vererek; nokta koyalım bu konuya. Malum, 17 Ağustos Depremi'nin hemen ardından Türkiye'ye gelmişti Bill Clinton. Kasım ayının o soğuk günü lacivert elbise ve beyaz gömleğiyle uçağın kapısında göründüğünde, kalın paltosuna sarınmış halde kendisini bekleyen Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in bezgin görüntüsünün aksine, adeta bedeninden sağlık fışkırıyordu. Ertesi gün TBMM'de bir konuşma yapıp; ABD Eximbank'ından 1 milyar dolar kredi temin edeceği sözünü verdi. Gecikmeden geldi de bu para. İzmit Çadırkent'i ziyaret ettiğinde küçük Erkan'ı kucağına alıp onu yüreğine bastı. Daha sonra da eşi ve kızıyla Efes'i ziyaret eden Clinton, ülkesine dönmeden önce, 'Haydin' deseydi; koca Türkiye onun peşine takılıp gidecekti. 3 günlük ziyaretin ne özelliği vardı da, Clinton, Türk halkının gönlünü fethetti? İmaj danışmanlarının hüneriydi bu, tabii. Uçaktan inişi sağlığı ve sıhhati temsil ediyordu. Kredinin gelmesi; gücü ve dirayeti. Depremzede çocuğu kucaklaması ise sevgi ve şefkatin sembolüydü. Efes'te ise Clinton, hiç şüphesiz dindar ve mutlu bir aile reisi görüntüsü vermişti. MI ACABA?!. Yılbaşı gecesi trilyoner olduğunu öğrenen Volkan Ateş, 'Sabaha kadar tırnaklarımı yedim' demiş... Bundan sonra yiyeceği 'tırnak'ların yanında bu devede kulak kalır! ? Türkiye, Irak'taki dev ihalelere katılacak ülkeler listesinde 63. sıradaymış... Listedeyiz ya, yeter! ? Gülmek alerjiye ilaç gibi geliyormuş... Onu biz de biliyoruz da, gülecek takat yok! ? Sarımsağın kitabı yazılmış... O da kokuyor mu acaba? ? İngiltere'nin değeri yaklaşık 5 trilyon sterlin olarak belirlenmiş... KDV dahil mi acaba?