Türkiye padişahlıktan cumhuriyet rejimine geçeli neredeyse 90 sene oldu. Dile kolay koskoca bir 90 sene! Neler yaşanmadı ki bu 90 senede! Osmanlıda hilafet vardı. Padişahımız, efendimiz Halife idi. Cumhuriyet'te ise "laiklik" öne çıktı. Reis-î Cumhur Hazretleri, koruyucumuz, efendimiz oldu. Başbakanı da vardı sistemin ama o sadece "amele başı"ydı devrimi yapanların nazarında. İleri gittiğinde çekip alınıverecek bir amele başı! "Hilafet" gitti, "Cumhuriyet" geldi. "Padişah" gitti, "Cumhurbaşkanı" geldi. Halife, cihanşumûldü. Cumhurbaşkanı cumhuriyet sınırları içinde kaldı. Fakat, Cumhuriyet'in "laiklik"i kullanması, Osmanlı'nın hilafeti kullanmasından çok daha fazla oldu. 90 senenin sonunda geldiğimiz nokta ne derseniz, "demokrasinin eşiği" derim. Henüz geçemedik bu rejime ama geçmek için çabalarımız var. Belki geçeriz bir gün. Ümitliyiz! Ülkeler savaşa girer. Salgınlarla boğuşur. Afetler dolayısıyla nüfusunun önemli bir kısmını kaybeder. Bunların hepsi o ülkenin enerjisini tüketen, soluğunu kesen hadiselerdir. De... rejim değişikliği hepsinden daha zor ve fenadır. Hele Türkiye ve Rusya gibi radikal rejim değişikliği yaşamışsa. Rusya Çar Devri'ni yıkıp komünizm rejimine geçti. Fakat, adapte olamadı; demokrasi peşinde koşuyor. Türkiye de öyle. Bir türlü alışamadı Cumhuriyet'e. Daha doğrusu, rejim içinde öne çıkan "laiklik"e! Cumhuriyetçiler, rejimi kalıcı kılabilmek için ellerinden ne geliyorsa artlarına koymadılar. En ağırı da, rejim için tehlikeli görülen din adamı ve dindarları sindirme hareketi oldu. Dindarlar rejimin en baş düşmanı ilan edildi ve zulme varan baskılara maruz kaldılar. Laikliği, hilafetin karşısına dikmenin bir sonucuydu bu. Daha 10 sene önce iş adamı ve firmaları "yeşil sermaye" diye fişlemenin gerçek nedeni de bu değil miydi zaten? Rejimin kendi mantığı içinde bir tutarlılığı var tabii böyle davranmanın. Ama 30, bilemedin 40 sene sürer bu baskı. Ondan sonra rejim oturmuştur ve serbest bırakırsın insanları. Dileyen dilediği gibi yaşar. Ama olmadı. Kendisine emanet edilen rejimi koruyup kollama gayretindeki asker, bir türlü sıyıramadı kendini bu korku ve endişeden. Neredeyse düşman bildi kendisi gibi düşünmeyenleri. "İç düşman" derken kast edilenler bu sade vatandaşlardı bir yerde. Çok eza ve cefa çekti o insanlar inanmış olmalarından dolayı. Asker yalnız değildi. Üniversite ve yargı da onunla aynı ideolojiyi paylaştı. Resmî dairelere, üniversitelere girişini yasakladılar dindarların. "Ya, şeriat geliverirse?!!" Bu korku, aysbergin görünen yüzü. Derinde ise çok farklı düşünceler yatıyordu. "Rejime sahip çıkıyorum" demek; sınıf atlatıyordu bu laik kesime. Dolayısıyla, "laiklik" fırsatçıların bir nevi barınağı olup çıktı. Laiklik, rejim olmaktan çıkıp, menfaat kapısı oldu! Her şeyin bir sonu var ama. Ahmet Necdet Sezer'in görev süresinin bitmesiyle birlikte "laik" rejim kan kaybetmeye başladı. Cumhurbaşkanlığı, halktan birinin eline geçti çünkü. Rejim yandaşlarının paniklemesinin nedeni bu. Laiklik elden gidiyor!.. Türkiye demokrasiye geçecekse bu biraz da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e bağlı. Gül'ün, etrafındaki "laiklik" çemberini kırıp "demokrasi" tohumları ekmesi lazım. Anayasa değişikliği de bunun için şart ya. Yeniden yapılanması lazım yönetim tarzının. Cumhurbaşkanı, sadece "laikler"in değil, milletin, topyekûn vatandaşın cumhurbaşkanı olmalı.