Allahü teala uzun ömür versin; annem tamı tamına 90 yaşında. Eski toprak, hâlâ kendi evinde oturuyor ve her bir işini kendisi yapıyor. Sabah erkenden kalkıp günün ilk ışıklarıyla banyo yapmadan edemez. Güneş onun olmazsa olmazı. Yürüyüş ise vazgeçmediği tek şey... Üşenmeden "Abdülhamid Han'ın suyu" diye ta Sahrayıcedid Camii'ne kadar gidip içeceği suyu caminin hemen önündeki çeşmeden dolduruyor. Genellikle ana-baba günü olur çeşme başı. Boru değil, "Hamidiye Suyu" bu. Bazen, "Nine, gel! Suyunu doldur" diyen oluyor. Bazen de sıra beklemesi gerekiyor. Sıra kendisine gelinceye kadar bekleyip yine dolduruyor suyunu. Güneş ışığı ve yürüyüş onu dinçleştiriyor; bu kesin. Çeşmeden su taşıması ise bir nevi "ağırlık" kaldırmak gibi spor oluyor onun için. Beş litrelik bir kabı onca yolda taşımak her babayiğidin harcı değil çünkü. Ama o yapıyor; hem de bana mısın demeden!.. Hafızası saat gibi işliyor. Onu da söyleyeyim. Siyasetle arası iyi değil sadece. "Bazen başbakan kim?" diye soruyor. "Recep Tayyip Erdoğan" diyoruz ona. "Adnan Menderes'e ne oldu?" diyor. Onun için başbakan hâlâ Menderes yani. Ne çocuklarına kızar, ne de torunlarına; lakin, babama duyduğu öfkeyi bazen bir volkan gibi püskürtmeden de edemez. "Neden ona bir emekli maaşı bırakmamış sanki?" Bize kızmıyorsa da azıcık sitem ediyor tabii, "Bana 65 yaş maaşı bağlatmadınız" diye. Onun şartı şurtu var. Sen o şartlara uymuyorsun, diyecek olsak; lafı hemen ağzımıza tıkıyor. "Filanca alıyor ama!" Ana duası Nezaketinden ve zarafetinden bir şey kaybetmedi. Ne zaman ziyaretine gitsem, "Gazetedeki resmine bakarak avunuyorum" der de başka bir şey demez. Şimdiye kadar ne, "Neden daha sık gelmiyorsun" dediği oldu; ne de, "Vefasız oğlum!" Sadece, resmime bakıp hasret giderdiğini söylemekle yetiniyor. Bir anne evladını özlemez olur mu hiç? Özlüyor tabii de, beni mahcup etmemek için sadece, "resmime baktığını" söyleyerek ima ediyor özlemini. Anlayana! Ana duası gibi var mı? Her gün kapısında el pençe durup duasını alacağımız bir büyüğümüz var. Ne büyük nimet ama iş-güç mü dersiniz, tembellik mi bilemeyeceğim ama hep ihmal ediyorum onu. İki cihan saadeti için lazım olan o "ana duası"ndan da mahrum kalıyorum haliyle tabii. Telefonla falan telafi etmeye çalışıyordum bu boşluğu ama mümkün mü? Benim yaptığım; vefasızlığın daniskası. Kendi menfaatini bilmemenin de. Al duayı, bak işine halbuki. Başkaları annem gibi kibar değil tabii. Bir vesile karşılaştığım okuyucularım, "Yahu" demeye başlamıştı birkaç zamandır. "Resmine bakıp senin genç olduğunu sanıyorduk ama sen bayağı bir ihtiyarmışsın!" Şak diye de söylenmez ki bu? Künyedeki resim üç sene önceki resmimdi. Gelen gidenin demesinden gına geldi ve yeni çektirdiğim resmi koyuverdim. Gerçekten ihtiyarlamışım!.. Bir insanın ihtiyarlığı kabul ettiği, şayet erkek ise "yaşını saklaması" kadın ise "yaşını saklamaması" ile anlaşılır, malum. Görünen köy kılavuz ister mi? Her şey ortada. Nesini saklayayım ki? Mecburen değiştirdim resmi. De... gelin bir de bana sorun. Bin pişmanım!.. Üç senede bu kadar yaşlanmamın esas müsebbibi Berber Murat aslında. Orasını, burasını kese kese saçımı ağarttı. Şimdi de kalkmış, "Boyayalım abi" diyor. Ağartıncaya kadar anam ağlamış benim; nasıl boyatırım o saçları? Eğri oturup doğru konuşalım. Her yaşın, her anın kendisine göre bir güzelliği var. Yeter ki, tadını çıkarmasını bilelim. Öyle veya böyle. İnsanın önüne bir imkan çıkıyor; hayat. O fırsatı değerlendirmekten başka yapacak ne var? Parayı kasaya koyup saklamak mümkün ama ya zamanı? Onu bir yere depolamanın imkanı yok! Hemen o an değerlendirmek lazım. Sana kalmış!. Aklı olan doğru zamanda, doğru iş yapıyor ve kazanıyor. Benim gibi beceriksizler de ana duasından bile mahrum kalıyor!.. Bir fotoğraftan yola çıkıp nerelere gittim. Sözün özü şu ki, yukarıdaki resim bendenize ait. Saçlarımda biraz ak var; bundan fotoğrafı çeken Ziya Sandıkçıoğlu sorumlu desem; o da değil. Profesyonel bir gazeteci, neden bana kelek yapsın ki? Keyfiyet ne olursa olsun; üst sol köşedeki resim, benim resmim. "Nereye gitti bu adam", demeyesiniz diye söylüyorum bunu: Buradayım.