Fransız ve Hollanda kamuoyu, "AB'ye hayır" dedi. Bu dramatik kararlar; Avrupa Birliği (AB), Fransa ve Hollanda'yı etkilediği gibi bizi de etkiledi. Bunu biliyoruz. Da, bu etkilenme olumlu mu oldu, olumsuz mu? Zurnanın zırt dediği yer burası!.. AB süreci, uzun bir süreç. Ayrıca, çok çetin ve ciddi bir süreç... Fransa, özgürlüğün sembolü. Demokrasinin fikir babası. Kendi kendini yönetmenin ne demek olduğunu bilen bir halka sahip. Ayrıca, sosyal güvenliğin çok güçlü olduğu bir ülke. Hollanda da öyle. AB ise hemen her kararın Brüksel'den alınmasını gerektiriyor. Fransız kamuoyu, bu global değişimi anlayamadı. Anladıysa bile bir başka merkeze bağımlı olmak ağır geldi onlara. Hele, sosyal güvenlik konusunda taviz verecekleri endişesi korkuttu onları. AB, geçmişteki Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) gibi ekonomik hedeflerle sınırlı bir topluluk değil. AB felsefesinin altında yatan mantık; üye ülkelerin tek bir ekonomi, tek bir siyaset, tek bir sosyal yapı ve tek bir misyon etrafında birleşme mantığıdır. Ülke halklarının inancı, geleneği, örf ve adetleri o yekpare mozaiğin renk ve desenleri olabilir ancak. Bu mozaiğin tam fonksiyonel hale gelmesi için her şeyden önce zamana ihtiyaç var. AB'nin nihai hedefe ulaşması için zaman zaman tartışmaların yaşanacağı, bazen inkıtaya uğrayacağı, bazen de niza çıkıp hırlaşmaların olacağı ta baştan biliniyordu. Fransız kamuoyunun referandumdaki tavrı işte beklenen bu hadiselerden birisi. Bu ve buna benzer gelişmelerin önümüzdeki dönemlerde de meydana geleceği ihtimal dahilinde. Şunu hemen belirtelim ki, doğru olan bu. Bu kadar ciddi ve bir o kadar önemli değişimin 450 milyon AB üyesi insan tarafından sindirilmesi lazım, ki tam 'mutlu sona gelindiği' anda henüz hiçbir şeyin yapılmadığını görüp hüsrana uğranılmasın. Sil baştan durumu olmasın!.. Dolayısıyla, Fransız halkının veya Hollandalıların farklı davranmaları, beklenmeyen tepki göstermeleri gayet normal. Bundan daha tabii bir şey olamaz. Gelelim Türkiye cephesine. Türkiye'nin AB üyeliği için üç aşağı beş yukarı 10 sene lazım. Bu zaman dilimi içinde AB'nin içine kapanması, anayasasını yeniden gözden geçirmesi Türkiye'yi doğrudan ilgilendirmiyor. En azından direkt olarak etkilemiyor. Türkiye 3 Ekim'de müzakerelere başlar. Burada bir problem yok. Türkiye için önemli olan, müzakerelere başlamak değil. AB kriterlerini içine sindirebilmek. Bunun için de kriterleri yerine getirmesi lazım. Ki, Türkiye'yi bu konuda engelleyen hiçbir şey yok. Ayrıca Türkiye'nin önümüzdeki dönemlerde AB içindeki rolü ve etkinliğinin artması da söz konusu. Biraz gayret ederse neden olmasın?