Geçmişe 'mazi' derler

A -
A +

Hep aynı muhabbet... Nostaljinin cazibesinden midir nedir, hepimiz geçmişe takılıp kalıyoruz. Özlemle yâd ediyoruz o günleri. Geçenlerde Resul İzmirli de yazdı. Derin bir 'Ah' çekip; 'Neydi o eski günler' diye hayıflanmaya bayılıyoruz. 'Şimdiki çocuklar çok şanssız, iyi beslenemiyor, güçsüz zavallılar' sözü ise ağzımızda sakız. Ben bunların hiçbirine katılmıyorum. Evet, ben de odun kırdım. Güreştim. Tenekeden kamyon yapıp bindim ona. Çember çevirip, birdirbir oynadım. Dere tepe koştum. Dağa çıkıp çam kozalağı topladım. Bu etkinlikleri yaptığım için mutluyum da. Fakat, şimdinin çocuklarına uymaz bunların hiçbiri. Neden? İhtiyaç olmaktan çıktı da ondan!.. Bizim zamanımızda 'Emek yoğun' bir hayat vardı. Ezkaza biri kapağı devlet memurluğuna atmış olsa bile odununu kendisinin kırması icap ediyordu. Bir çuval buğdayı sırtına vurup değirmene gitmesi gerekiyordu. Onun için kaslarının güçlü, bacaklarının dayanıklı olması şarttı. Şimdi öyle değil ki. İnternet sayesinde her şey bir 'tık' kadar yakın size. Evden çıkmadan tüm ihtiyaçları temin etmek imkân dahilinde bugün. Para çekmek, yatırım yapmak, lahmacun siparişi vermek, tatil köyüne rezervasyon yaptırmak ve hatta terfi için amirinin gözüne girmek de dahil buna. Eh, böyle bir durumda kas gücüne ne gerek var ki? Bilgisayarın klavyesine dokunacak veya 'maus'u çevirecek kadar güce ihtiyacı olan birinden bir de sırtına çuval vurmasını istemenin mantığı var mı? Tıpkı beden yapısı gibi beslenme şekli de değişiyor zaten. O gün, gelecekteki zorlu hayata hazırlanmak için kasları güçlendirmek gerekiyordu, biz onu yaptık. Şimdi bilgi çağındayız. Beyni geliştirmek lâzım. Ki, çocukların yaptığı da o zaten. Ne o gün bizim dizimizi büküp evde tünemek gibi bir şansımız vardı, ne de şimdiki çocukların dağ bağır koşmak gibi bir ihtiyaçları. Herkes kendi geleceğine hazırlanıyor. Doğru olan bu yani!.. Meslek aşkı Bir insan işini bu kadar mı sever? Otuz senedir tanıyorum onu. Üstelik kardeş gibiyiz de. Ne zaman bir araya gelsek; konu cam olur. Öyle de güzel şeyler söyler ki, her dinleyişimde ayrı bir zevk, ayrı bir tat alırım onun anlattıklarından. İlk tanıştığımızda ben Taşucu'nda SEKA Kâğıt Fabrikası'nın inşaat muhasebecisi, o da Mersin'de Anadolu Cam Sanayii teknisyeni idi. Yeşilovacık tarafına denize giderdik birlikte. Orada cam fabikasının toprak aldığı dağ yamaçlarını gösterip ardından da lafın ucunu cama getirip dayardı. Denize gireriz, deniz rengiyle cam renginin uyumundan bahsederdi bana. Hep cam, hep cam... İkimiz de İstanbul'a geldik. Yine cam, yine cam. Sonunda o emekli oldu ama cam ile ilgisini hiç kesmedi. Cam, cam, cam... Şimdi bir atölye açtı. Cam başta olmak üzere mermer ve metal üzerine dekor işliyor. Sanatkâr adam. Bir dekoru yaparken mutlaka kendinden bir şey katıyor ve dolayısıyla ortaya çıkan eser de tek kelimeyle şaheser oluyor tabiî... Şeref Kayacan'dan bahsediyorum. 'Camcı Şeref'ten, Sanatkâr Şeref'ten. Promosyonlarınız için, hediyelik ve süs eşyalarınız için arayın onu. İstediğiniz dekoru, logoyu verin ona, gerisine karışmayın. Ortaya çıkan şahesere hayran kalmamanız mümkün değil. Hemen hatırlatayım, onunla pazarlık etmeyin. Zaten fahiş fiyat istemek gibi bir derdin yok, hiç olmadı da. Fazla üstüne giderseniz; para almaz. Biliyorum bunu. Bu da ona çok pahalıya mal oluyor. Hatırınızda olsun.Telefonu: (0. 212) 652 46 50 Atölye, Yenibosna'da. İşiniz düşerse arayıverin. MI ACABA?!. Japonya'da sağlıklı büyümeleri için çocukları ağlatıyorlarmış... Bizim anamız ağladığı için sağlıklı büyüyemiyoruz demek ki! *** Boğaz, yunus akınına uğramış... Hamsi kalmadı, yunus verelim!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.