Hayalle gerçek arasında ince bir çizgi vardır. İnsan, birinden diğerine geçiverir de farkında olmaz. Gerçek derken hayal aleminde dolaşmak da mümkün; hayal zannedilen şeyin kaskatı bir gerçek olduğunu görüp irkilmek de. Ama ne var ki, hayalsiz dünya olmuyor. Belki de esas gerçek bu. Benim de kendime göre masum hayallerim olduğunu bilmem söylemeye gerek var mı? Kendimi Türkiye Cumhuriyeti Başkanı olarak görürüm, mesela! Geçen gün bu fantezim zirveye çıktı. Baktım olmuyor, oturup kendimi 'başkan' ilan ettim. Türkiye Başkanı! Koskoca Türkiye'ye başkan oldum birdenbire. Hemen, 'Ayol Türkiye'de başkanlık sistemi yok ki' diye oltaya atılan sazan olmasın diye söylüyorum: Hepsini düşündüm. Rejim değişti bir kere. Hem de öyle yarı başkanlık falan değil, sapına kadar. Tam başkanlık yani!.. Benim kafayı yediğimi falan düşünmeyin sakın. Şuurum yerinde, zihnim berrak. Kafam saat gibi çalışıyor. Ayrıca, aklım bir karış havada da değil. Biraz sabırlı olun, açıklayacağım hepsini. Halkını seven bir başkan olmak tek düşüncemdi. Koltuğa oturduğum anda bile aynı duygulara sahiptim. Her şey bir anda değişti. Nasıl oldu, ne oldu bilemiyorum; etrafım tanımadığım insanlarla çevrildi birdenbire. Tam bir Milli Piyango zengini hali yani. Dalkavuk mu ararsın, yalaka mı? Gırla!.. Hele el etek öpen, üç kuruşluk menfaat için yedi takla atanlar yok mu? Ayaklarımın arasında dolanıyorlardı! İnsanlık zaafı işte. Onların yaldızlı sözleri hoşuma gitti, tepsi içinde bana sundukları güzelliklerin cazibesi aklımı başımdan aldı. Sonunda olan oldu, ayaklarım yerden kesildi. Uçtum! Halk mı? Geç onu. Kendini düşünmeyen halkı ben mi düşüneceğim. 'Çok gaddarsın' demeyin. İlgisi yok!.. Şöyle geriye dönüp bir bakın. Kimler benim düştüğüm gaflete düşmedi ki?!. Çok büyük bir imtihan bu. Etrafındaki şakşakçıların gazına gelip uçan bir tek ben değilim ki. Kimler geldi, kimler geçti... İşte gerçekle hayalin karıştığı yer burası. Lider kadar, onun çevresi de önemli. Hele gerçek hayatta çok daha önemli. Demokrasinin işleyebilmesi için liderin etrafının sivil toplum örgütleri tarafından çepeçevre kuşatılması lazım. Gönüllü kuruluşların esas görevi de bu aslında. Türkiye'de maalesef sivil toplum örgütü yok. Varsa bile çok zayıf. Menfaat çeteleri devirip geçiyor onları. Sonra da iktidarın başına üşüşüyorlar. 'Şimdiye kadar neredeydin mirim?' diyeni mi ararsınız; 'Sen bizim en büyük şansımızsın' diyeni mi?!. İktidarın yanlış yapması hiç önemli değil onlar için. Varsa yoksa kese. Sonunda yıpranan iktidara dönüp, 'Beceriksiz, ne olacak' diye suçlarlar da. Dünkü dalkavuk o değil sanki. Böyle de pişkin. Sivil toplum örgütleri şayet, asli görevini yapabilseydi; işler buralara asla gelmezdi. Türk halkı'nın, ne yapıp edip bu menfaat çetelerini dağıtması ve gerçek gönüllü kuruluşlarını bir an önce kurması lazım. Yoksa, hayalle gerçek arasında gider gelir. Hepsi o!.. MI ACABA?!. Özerk kurullara üç defa gelmeyenin üyeliği sona erecekmiş... Gelince ne yapıyor ki? *** 340 belde, köy olacağı için belediyelerin tüzel kişiliği bitecekmiş... Türkiye'nin küçüldüğü belgelensin diye zahir! *** Hakimlere rüşvet teklif eden 10 yönetici tutuklanmış... Parayı verenin düdüğü çaldığı bir ülkede, tutuklama da ne oluyor ki? *** Erdoğan, 'Kıbrıs'ta çözüm için sen-ben yarışı olmaz' demiş... Bu sıraya göre olmaz tabii, hele bir 'ben-sen'e çevir de yarışı gör! *** Kapkaç çeteleri, iyi iş çıkaran elemanlara maaş bağlıyormuş... Hayret, sadece devlet yapar biliyordum bunu! *** Davut Güloğlu'nun doğum gününde 80 milyarı çalınmış... Ne oldi sana, Ne oldi bana?!. *** Kamu reformu kavgalı başlamış... Kim kimi dövmüş abi?