Mustafa Süzer'in Dolmabahçe'ye diktiği Gökkafes faaliyete geçti ama daha temel atıldığı gün başlayan yıkım söylentisi hâlâ devam ediyor. Kimi, 1908 yılında konulan 'bina yapılamaz' şerhini ileri sürüyor, kimi, 'İstanbul'un silûeti' konusunu. Bazı sivil toplum örgütleri 'yıkılma kararı' çıkmasını istiyor, bazıları ise kazanılmış bir hakkın neden verilmediğini soruyor. Yargıtay'ın 9 Mart tarihli kararı ise yıkımı gerektiriyor. Süzer, 'tashihi karar' başvurusunda bulundu. Olayın hukuki boyutu üç aşağı beş yukarı böyle. Gelelim otele. Otel öyle bir yerde ki, ziyaretçileri oturdukları yerden Boğaz'ı seyretme keyfini tadıyorlar bir kere. Denize ayağını sokma imkanı vermiyor belki ama denizin ışıltısını ve kokusunu hissediyorsunuz. The Ritz Carlton Oteli, her katında ayrı bir güzellik sunuyor. Katlara serpiştirilen cafe ve salonların hepsi deniz manzaralı ve oradan Boğaz'ı görüp de ona hayran olmamak mümkün değil. Geçen gün bir toplantı için gittiğim otelde oturup hem o muazzam manzarayı seyrettim, hem de otelin akıbetini düşündüm. Mustafa Süzer'le Aleksandır Gustave Eiffel arasında müthiş bir benzerlik olduğunu gördüm. Nereden nereye! Belki de hayatın bir cilvesi. Sene 1887. Fransız halkı, İhtilal'inin 100. yılını kutlamaya hazırlanıyor. Programda, Paris'te bir sanayi fuarı da var. Gustave Eiffel, o günlerde demir çelik sanayiinde önde gelen bir mühendis. Fransa'nın birçok yerine demir köprü inşa etmiş, ülkeyi bir uçtan bir uca demiryolu ağıyla örmüş ve bu sektörden para kazanıp zengin olmuş hırslı bir iş adamı. 100. yıl kutlamalarına bir kule yaparak katılmak istediğini bildirmiş yönetime. Yönetim Eiffel'in projesine pek sıcak bakmamış. Eiffel, müteşebbis adam. Böyle şeylerden yılar mı? Alttan girip üstten çıkmış ve sonunda kule için izin almış. Almasına almış ama kuleyi fuar alanına değil de kendi arazisine yapacak ve fuar bitiminde yıkılacak kule!.. 1889'daki kutlamalar yapılıp bitince, Fransız Hükümeti kapıya gelip dikilmiş. "Kuleyi yık!..." Eiffel panik halinde tabii. "Etmeyin, eylemeyin ağalar! Gördünüz, bu kule çok sükse yaptı. Bırakın kalsın!" dediyse de dinleyen kim? Yık!.. Eiffel bakmış siyasilere ve bürokratlara söz geçiremiyor, başka çareler aramaya başlamış. Fransa'nın entelektüellerini, sanatçılarını davet edip Eyfel Kulesi'nde onları ağırlamış. Maksat, lobi oluşturmak ama para etmiyor bütün bu çırpınışları!.. Hükümet kararından geri adım atmıyor: Yık!.. Paris düz bir ovadır. En yüksek yeri Monmartre Tepesi'dir ki, yüksekliği 150 metre!.. Eyfel ise o gün 300 metre yüksekliğe sahip. Tepesine çıkıp bakıldığında 40 kilometre ilerisini görmek mümkün. Gustave Eiffeel, bu sefer de kulenin askerî önemini öne çıkarıp askeri erkanın peşine düşüyor. "Gelin, gözetleme maksadıyla kullanın" diyor. O yetmiyormuş gibi o günlerde popüler olmaya başlayan radyo istasyonları ile temas kuruyor. Kuleyi 20 metre daha yükselten antenler dikiyor ve onların oradan yayın yapmasını sağlıyor da dünyanın 7 harikasından biri sayılan Eyfel bugünlere kadar öyle kalıyor. Süzer'in işi zor ama Gökkafesi ayakta tutması imkânsız değil. MI ACABA?!. Bombacı terörist Semiran Polat'ın mezarı başında ağlayan annesi, "Nerede o uğruna öldüğün arkadaşların" diye sormuş... Zavallı kadın, onların tek arkadaşının vefasızlık olduğunu hâlâ öğrenememiş! *** Devlet Bakanı Tüzmen, "Iskaladığımız yılları kazanacağız" demiş... Onu bilmem ama kazandıklarımızı ıskalamada üstümüze yok!