Dünyanın şu son 10 yılda yaşadığı değişim, emsali olmayan bir değişimdi. Gelecek senelerde de göreceğiz ayrıca bu değişimin izlerini. Pazar değişti çünkü. Yeni pazarlar çıktı ortaya. Eskiden kalkınmış ülkeler aynı zamanda en ideal pazarlardı. 2000'den sonra gelişmekte olan ülkeler büyüme trendine girip üretim üssü olmakla kalmadı, önemli birer pazar oldu her birisi. Çin ve Hindistan mesela. Hem üretim üssü, hem pazar oldular. Gelişmiş ülkelerin nüfusu yaşlandı, büyümeleri yavaşladı ve sosyal güvenlik meselesi bu ülkelerin birinci meselesi olup çıktı. Gelişmekte olan ülkeler ise hem genç nüfusa sahip ve hem de tüketime aç. Dünün fakir toplumları yavaş yavaş zenginleşiyorlar artık. Refah seviyeleri gün be gün artıyor yani. Asya ülkelerine giden doğrudan yatırım oranı 2000 yılında yüzde 11 seviyesindeydi; 2010'da yüzde 30 oldu. 2020'de ise yüzde 50 olması bekleniyor. Nüfusun önemli bir kısmı fakir henüz belki ama artık iş bulmaya başladılar ve gelecek 10-15 yıl içinde orta sınıfın temsilcisi olacak bu insanlar. Onlar için büyük şehirler inşa edilecek ayrıca. Bugün Çin'deki araç sayısı 75 milyon civarında. 2035'te 600 milyon olacağı tahmin ediliyor. Hakeza Hindistan; o da öyle. Bugün 25 milyon otomobil var ama 2035 yılında bu sayının 700 milyon olması bekleniyor. Pazarın büyüklüğünü görüyor musunuz? İstanbul Sanayi Odası (İSO) tarafından gerçekleştirilen "Sanayi Kongresi"nde konuşan Stanford Üniversitesi Strateji Profesörü Dr. Anil Gupta, "Önümüzdeki yıllarda gelişmekte olan ülkeler arasında ticaretin artacağına" dikkat çekerek; "Türkiye'nin de Orta Doğu ve Afrika ile önemli ticari anlaşmalara imza atacağını" söyledi. Bunları yapabilmesi için Türkiye'nin üretimini arttırması ve Ar-Ge'ye yatırım yapması gerekiyor. Global rekabet için Ar-Ge ve inovasyon şart çünkü. Türkiye bu hedefi tutturur mu? Can alıcı soru bu? Türkiye 1980 yılında dünyada imalat sanayi katma değeri en yüksek 15 ekonomisi arasında yer almıyordu. 1990'da 13'üncü sırada görüyoruz Türkiye'yi. 2000 yılında ise 15'inci sıraya geriledi ve 2010'da liste dışı kaldı. Bir de Güney Kore'ye bakalım isterseniz. Güney Kore de tıpkı Türkiye gibi 1980 yılında listede yoktu. 1990'da 11'inci sırada görüyoruz Güney Kore'yi. 2000'de 8'inci, 2010 ise 7'nci sıraya yerleşti. Çin ve Hindistan da öyle. 1980'de yedinci sırada olan Çin 2010'da ikinci sıraya, 15'inci sıradaki Hindistan ise onuncu sıraya çıktı. Bu ülkelerin gösterdikleri başarının altında "Ar-Ge" gerçeğinin yattığına işaret eden İSO Yönetim Kurulu Başkanı Tanıl Küçük, "Güney Kore'de Ar-Ge harcamalarının 2000 yılında yüzde 2.5, 2010 yılında ise yüzde 3.74'e ulaştığını görüyoruz" dedi ve "Türkiye'nin ise Ar-Ge'ye henüz yüzde 1 bile ayırmadığına" vurgu yaptı. Haklı tabii. Ar-Ge ve inovasyon olmayınca katma değeri yüksek üretim yapmak zorlaşıyor bir kere. Türkiye'nin bir diğer handikabı da finans kaynaklarına ulaşmasının zorluğu. İç tasarrufların GSYİH içindeki oranı yüzde 15 civarında. Çok düşük yani. Rakipleri gibi ucuz finansman bulamıyor. Dolayısıyla, Türk sanayi kuruluşları global rekabetin gerekli kıldığı yatımları ve yeniden yapılanmayı gerçekleştiremiyor bir türlü...