Sanat ve bilim eserlerinin veya sanat ve bilime yarayan nesnelerin saklandığı, halka gösterilmek için sergilendiği yer ve yapıya müze deniyor malum. Türk Dil Kurumu'nun tarifi de böyle. Türkiye'de geçmiş dönemlerde yapılan sanat eserlerinin sergilendiği müzeler yok değil, var. Ancak, dünya ölçeğinde değil bunların hiçbirisi. Türkiye'de teşhir edilecek eser yok da ondan dolayı böyle oluyor sanmayın sakın. Var; hem de gani. Tarihî eser zenginliği yönünden Türkiye'nin dünyada bir örneği daha yok. O kadar zengin. Her karış toprağından tarih fışkırıyor. Anadolu tam bir açık hava müzesi. Nerede kazı yapılsa, o bölgede dünyaya parmak ısırtacak antik eser çıkıyor aslında ama dediğim gibi bunların her birisi ya güneşin ya da toprağın altında durup duruyor. Müzenin olmaması, eser yokluğundan değil, kültür eksikliğinden kaynaklanıyor yani. Almanya'nın Bonn kentinde 90'lı yıllarda 4 yeni müze açıldı. Bu müzeleri ziyaret edenlerin sayısı Bonn'un toplam nüfusunun 10 katını geçiyor. Ki, Bonn müzelerinde sergilenen ürünlerden bin kat daha değerli eser var Türkiye'de ama kültür eksik olunca, doğru dürüst bir müze dahi olmuyor maalesef!.. Avrupalı kendisi müzeye gidiyor bir kere. Çocuğunu da götürüyor. O yetmedi okullar seferber oluyor. Sınıfını toplayan öğretmen, soluğu müzede alıyor. Dedim ya, kültür!.. Kültür yoksa, eser olmuş neye yarar? Müzeler sadece tarihî eserlerin sergilendiği yer değil elbette ki. Sanat, kültür, folklor, resim ve sanayi eserlerinin sergilendiği yerler de olabiliyor bu mekanlar. Batıda müze kültürü öyle gelişmiş ki, firmalar bile kendi geçmişlerinin sergilendiği müze açıyorlar. 150-200 senelik işletmeler var orada. Bu sene zarfında nereden nereye geldiğini, ürünlerinin uğradığı değişikliği teşhir ediyorlar müzelerinde. O yetmiyormuş gibi Ar-Ge çalışmalarını da halka sunup "Bu konuda rakip tanımıyoruz" mesajı veriyorlar. Türkiye'deki şirketlerin de böyle aktiviteleri olsa ve kendilerine olan güvenlerini bas bas bağırsalar, hangi Türk iftihar etmez onlarla? Da... yok! Göç Müzesi Rahmi Koç bu eksikliği görmüş olacak ki, kendi adıyla bir sanayi müzesi kurdu Altınboynuz'un kenarında. Hem endüstri var bu müzede, hem de iletişim etkinlikleri. Ya rahmetli Sakıp Sabancı? O da ailesine ait olan Emirgan'daki Atlıköşk'ü müze yaptı. Kendi eliyle topladığı tüm resim, hat ve yazı eserlerini o müzede topladı. Halka açık olan bu müzede 24 Kasım 2005-26 Mart 2006 tarihleri arasında Picasso'ya ait 135 eser sergilendi. Şayet arkasında Sabancı Holding ve bu işe gönül vermiş olan Güler Sabancı olmasaydı kim gelecekti? Fazlasıyla tanıtım yaptılar da öyle ziyaret edildi bu müze. Hakeza sosyal meseleler. Onların da sergilendiği müzeler var dünyada. Yine Avrupa'dan bir örnek vereyim size. Almanya'nın başkenti Berlin mesela. Orada, Doğu Almanya'dan kaçan insanların dramını anlatan bir müze var. Doğu Almanya'dan kaçan insanların çektikleri meşakkatin simgesi olan objeler sergileniyor o müzede. Ne meşakkat ama! Kimi aracın bagajında kaçmış. Kimi bavul içinde... Yemeden, içmeden... hatta tuvalet ihtiyacını bile görmeden iki-üç gün yolculuk etmek ve her an ölüm korkusu yaşamak! O objeler tarihin bir kesitini ortaya koyuyor; hem de bütün çıplaklığıyla! Almanya'dan bir örnek daha. Amerika başta olmak üzere Kanada ve Avustralya'ya 6 milyon Alman göç etmiş vakti zamanında. Bir liman kenti olan Bremerhafen'den gerçekleşmiş bu göçlerin çoğu. Dolayısıyla o kente bir göç müzesi kurmuş Almanlar. Türkler de göç verdi tabii. Bugün 4 milyon vatandaşımız gurbette yaşıyor. Türkiye Araştırmalar Merkezi Direktörü Faruk Şen, bu sene Türkiye ile ilk göç anlaşması imzalayan Almanya ile birlikte Türk göçünün 45'inci yılını kutlayacaklarını söyledi. Ayrıca, Ruhn Havzası'nda bir Türk Göç Müzesi açacaklarmış. Tam burada İstanbul'a da bir "Göç Müzesi" açılması gerekliliğini söylemeye bilmem gerek var mı? Gurbet! Adı üstünde, hasret demek... Gözyaşı ve sıkıntı demek... Ve tabii başarı, iş adamlığı ve kimliğini ispat demek. Hangi gurbetçi, çoluğu çocuğuyla o günlerini paylaşmak istemez ki?