Hasan Sezer. Ailemizin en küçüğü. 'Tanıdığın dürüst adamları say' deseler; kardeşim diye söylemiyorum onu ilk beş arasına koyarım, bu kesin. Kendisi bilgisayar mühendisi ama mesleğini yapmıyor. Diplomasını aldığı sene, 1980. O yıl malûm, askerî darbe oldu. 12 Eylül'den sonra kamuya personel alımı durduruldu ve tabiî kardeşim bir işe giremedi. Başka yerde de kendi mesleğinde iş bulması mümkün değildi. Bilgisayar o günlerde birkaç kamu kuruluşundan başka yerde henüz kullanılmıyordu çünkü. Üniversite bitirmiş bir genç için en önemli şey, bir işe girmek ve o işte başarılı olmaktır. Kardeşim Hasan, devlet kapıları kapandığı için ticarete başladı. Çok güzel işler yaptı aslında. Koskoca Trakya'yı bir uçtan bir uca gezdi, para da kazandı. Zaman içinde o bölgede öyle popüler oldu ki, milletvekilliğine adaylığını koysa; kesin seçilirdi. O, bunu yapmadı. İdealist davrandı. Yöre halkına kaliteli ve ucuz mal satmanın verdiği mutluluğun hazzını yaşamak istedi. Fakat, yaşanan onca kriz, Trakya ahalisinde alım gücü diye bir şey bırakmadı ki! Diğerleri gibi kardeşimin de hevesi kursağında kaldı tabiî, bir türlü o hazzı yaşayamadı. Ha bugün, ha yarın düzelir, diye direnmedi değil, direndi ama sonunda olan oldu, Trakyalı evine kapandı, kardeşim de. Kendisi 20 senedir vergi mükellefi ama şimdi iş adresi evi. Vergi konusunda işi, mükelleflerin kayıtdışını Maliye'ye şikayet etmesini isteyecek kadar ileri götürmüş birisi olarak; devlet vergi almasın, demiyorum ama bunun da bir haddi hududu olması lâzım değil mi. Hani? İşin en enteresan tarafı, Gelirler Genel Müdürü Osman Arıoğlu ile Hasan, çok eski iki arkadaş. Ben üniversitede okurken, onlar da İzmir Karataş Lisesi'nin iki başarılı öğrencisiydi. 1975'te Hasan Karadeniz Teknik Üniversitesi'ne, Arıoğlu ise Siyasal Bilimler Fakültesi'ne girdi. Şimdi bu iki can arkadaşın biri mükellef, diğeri vergiden sorumlu bürokrat. Biri vergi istiyor; diğeri ise, 'Üstüme gelme' diye adeta feryat ediyor. Bu iki arkadaşın bürokrat veya mükellef olmasında bir anormallik yok aslında. Kötü mü? O değil. Fakat, sistem dostu dosta düşman edip çıktı. Bir taraftan enflasyon, diğer taraftan kriz; insanları öyle yaptı ki, bir mükellefin gözü, canı kadar sevdiği bir arkadaşını bile görmez oldu!.. Türkiye'deki vergi çarpıklığını bundan daha iyi hangi fotoğraf gösterebilir ki? Ayrıca, bu fotoğraf sadece kadeşimin fotoğrafı değil, haa. Onu da söyleyeyim. Binlerce, on binlerce mükellefin durumu aynı. Sermayeleri eridi, rafları boşaldı, ellerindeki mal mülk satıldı, şimdi borç harç içinde yüzüyorlar ve hepsi gergin. Gayet tabiî ki, bu haletiruhiye içindeki adamlara 'vergi ver' dedin mi, yandın. Vergi verecek gelir olmadığı gibi hepsi borçlu da!.. Krizdeyiz, vergi. Krizden çıkıyoruz, vergi. Bir daha krize girmeyelim, vergi. Vergi. Vergi. Vergi!.. Bu yazı kardeşim için yazılan bir yazı değil. On binlerce 'Esnaf Hasan' için... 'Sanatkâr Hasan' için yazdım. Sanayicinin sanayiciliğini, ihracatçının ihracatçılığını, esnafın esnaflığını kolayca yapabileceği ve vergisini ödedikten sonra evine ekmek götürebileceği bir iklim hazırlaması için yazdım. Bunu yazmak benim hem hakkım, hem de görevim. Dürüstlüğü elden bırakmadığı için ezilen insanların dramı bitsin artık. Bitsin, bitsin, bitsin!.. MI ACABA?!. CHP yönetiminden istifa eden Derviş, 'Partide sevgi eksikliği var' demiş... Aşk derecesindeki statüko sevgisini saymıyor herhalde? *** Kazım Özgen isimli işletmeci, kaplıcanın suyuna bakıp depremi bilmiş... Ah bir de yapıların sağlamlaştırılması gerektiğini bilen olsa! *** Hayvanlar, sahiplerini taklit ediyormuş... Ne var bunda, sahipleri de aynı şeyi yapmıyor.