Karışık ruh halimizin dışa yansımasını gösteren en belirgin hususiyetlerimizden biri de hiç şüphe yok ki, kızdığımız birine hemencecik "defol" dememizdir. Hele bu kızdığımız yabancı ise, "Defol! Defol! Defol!" deriz. Amerika'ya "Defol!" demedik mi? Dedik. Yabancı sermayeye de dedik. IMF'ye de. Demesine dedik ama hepsi burada! Bu nasıl oluyor? Ayrıca, ihtiyacımız var bu ülke ve kurumlara. Hâl böyle iken bizim bu "defol"umuz ne anlama geliyor peki? Aman canım sen de, ne olmuş yani, "Defol" deyip rahatlıyoruz işte! Hem kel, hem fodul... olacaksın. Sonra da dünya ile boy ölçüşmeye kalkacaksın!.. Bilmece gibi bir şey oldu ama maalesef halimiz bu. Duygusal davranıyor ve sonra da ömrümüzü; bu davranışlarımızın karşımıza çıkardığı ağır faturanın bedelini ödemekle geçiriyoruz. Aslında bizim esas duygusallığa "defol" dememiz lazım. Defol! Defol! Defol! Birine kızıp "Defol" denmez değil; denir tabii. De... o kişi veya kurum defolduğunda, yerine koyacak bir şeyin olması lazım. Alternatifin yoksa, akılsız başını bir taşa vurursun, bir duvara!.. Türkiye, "defol" derken sesi gür çıkan bir ülke. Fakat, iş o defettiğinin yerine koyacağı alternatife geldi mi, tıs! Balon sönüyor. Koskocaman ülkenin 10 sene, 20 sene sonrası için bir planı olur değil mi? Hani? Türkiye 10 sene sonra ne olacak? Sanayi ülkesi olacaksa ona göre stratejilerinin olması lazım. Yok, hizmet sektöründe olacaksa bu iddiası başka bir strateji gerektirir. Maalesef Türkiye'nin böyle bir endişesi yok! Gününü gün etmeyi marifet sayıyor. Tamam, son 6-7 senede Türkiye finans problemini öyle veya böyle bir düzene soktu. Sıcak para... özelleştirme...yabancı sermaye girişi... derken bankaların aktif toplamı kat be kat arttı. Kamunun savurganlığı ciddi boyutta azaldı. Bütçe zapturapt altına alındı. Bunlar iyi şeyler tabii. De.. gerisi gelmiyor!.. Türkiye'nin acilen yapması gereken yapısal reformlardan hemen hiçbiri yapılmadı. Sosyal güvenlik ve vergi mevzuları durduğu yerde duruyor. Dolayısıyla reel sektör hâlâ sefilleri oynuyor. Hele, adına KOBİ denen küçük ve orta ölçekli işletmeler; hepsi perişan. Kredi istiyor, bulamıyor; pahalı çünkü. Altyapı istiyor, yok. Devletin gözetim ve denetim görevini yapmasını bekliyor, nafile; gelmiyor! Neden gitsin? Şimdi bunların arasında bir de "IMF gitsin mi, gitmesin mi?" tartışmaları başladı. Neden gitsin? Neden gitmesin? Gidince, beraberinde ne götürür? Kalırsa, ne menfaat sağlar? Bunlara bakmadan "IMF gitsin" ve "Gitmesin" demenin ne anlamı var ki? Son 9 senedir uygulanan stand-by anlaşmalarının ne getirip ne götürdüğüne bakalım hele bir. IMF ile yapılan anlaşmaları iki yönden ele almak lazım. Bir içeride, bir de dışarıda verdiği sonuç var çünkü. Dışarıda, Türkiye'nin IMF ile birlikte çalıştığının bilinmesi her şeyden önce Türkiye'nin kolay kredi bulmasını imkan dahiline soktu. IMF kendi verdiği kredinin yanı sıra başka finans kuruluşlarının da Türkiye'ye kredi vermelerini sağladı. Yüksek faiz vermesine rağmen Türkiye borçlanamıyordu. Borçlansa da 3-5 aylık vadeyle ancak borçlanıyordu. Şimdi öyle mi ya, bankalar 3-5 sene vadeli sendikasyon kredisi buluyor. Hazine bonoları 10-15 yıl vadeyle çıkıyor piyasaya. Bırakın devleti ve bankaları, özel sektör şirketleri dahi dilediği kadar kredi alabiliyor artık. Nispeten faizler de düştü. Bu nasıl oldu? IMF sayesinde tabii. İç piyasadaki etkisine gelince: IMF çıpası sayesinde Türkiye, makro ekonomi açısından muazzam bir istikrar sağladı. Bir kısmı kaybolup gittiyse de geriye kalan bankaların standardı dünya standardına çıktı. Hasılı, Türkiye kredibilitesini yükseltti ve finans sektörünü çok iyi bir noktaya taşıdı şu son 7 senede. Hakeza mali disiplin. Orada da iyi sonuçlar alındı. Hatta, IMF'den borç almasına gerek dahi kalmadı. Şimdiye kadar IMF ile 19 kez stand-by anlaşması imzalayan Türkiye, 2008'in mayıs ayından sonra serbest kalıyor. İsterse bir yenisini daha yapar, isterse yapmaz. Türkiye'nin normal bir stand-by anlaşmasına ihtiyacı yok. IMF'ye "Hadi güle güle" demesi mümkün. Ancak, bunu demeli mi acaba? Derse, kendi ayakları üzerinde durduğunu göstermiş olur dünya aleme elbette ki. Ama, yine de ihtiyari stand-by yapmasında fayda var. Uluslararası bir destek sağlar çünkü bu anlaşma. Türkiye'nin istikrarlı büyüyebilmesi için dış kaynak akışının düzenli bir şekilde devam etmesi lazım. IMF'ye "hadi git" diyerek; bu akışı riske atması doğru olmaz.