İstanbul'da gerçekleştirilen 'Dünya Mimarlar Zirvesi'nin ardından öğrendiklerimizi özetlemek gerekirse, karşımıza çıkan manzara; üç aşağı beş yukarı şu: 1) Şehirlerin ilk önceliği altyapı. Altyapısı yoksa o şehre şehir demek mümkün değil. 2) İstanbul gibi metropollerin a) tarihten gelen mimari eserleri koruması, b) yeni inşa edeceği yapıları ise şehir dokusuna uygun yapması lazım. 3) Bir şehrin görkemli ve cazibeli olmasında çok önemli rolleri varsa da; mimarların, istediği gibi bir şehir kurmalarına imkan yok. 4) Şehirler, içinde barındırdığı insanların yaşama zevkine ve kültür yapısına göre şekilleniyor ve o doğrultuda gelişiyor. 5) Kentlerin taşıyabileceği bir nüfus var. Mesken ve iş yeri adedi istihap haddini aştı mı o şehir problemler yumağı içinde kaybolup gidiyor. 6) Şehir peyzajının ne olursa olsun korunması gerekiyor. Bu bilgilerin ışığında baktığımız zaman nasıl bir İstanbul görüyoruz? Biraz da ondan bahsedelim: İstanbul, doğu ile batı medeniyetlerini bir arada yaşayan bir şehir. Çok güçlü bir kültür dokusuna sahip. Tabiî güzeliklerinin emsali yok. Kim gelirse gelsin heyecanlanıyor. Gören hayran kalıyor. İhmal edilmişliğine rağmen böyle bu. Şehirlerde meskenin yeri ayrı, ofis daha ayrı. Restoran, kafe, otel gibi sosyal mekanların ise daha bir ayrı. Bir şehrin altyapısı düzgün olmadan, üstü olmuyor. Paris mesela. Yerin altında, tıpkı üstündeki gibi bir şehir var. Metrosu, kanalizasyonları, su kanalları hepsi yerin altında ve muntazam bir plan dahilinde. Su, elektrik, havagazı ve telefon hatları da öyle. İnsanların ayağına dolanan tüm ıvır zıvır şeyler yerin altına inmiş... Ondan sonra da Sen Nehri'ni röpar noktası kabul edip bundan 120 sene önce caddelerini, sokaklarını çizmiş mimar Haussman. Estetik olsun diye estetik olmuyor. Halkının kültürünü yansıtan bir ayna nihayetinde şehir. Gökdelenlerle, cam kulelerle sağlanmıyor bu zenginlik. Geleceğe yönelik ortak düşünceler lazım. Belediye, sivil toplum örgütleri, üniversite ve mimarlar odası; halkın da katılımıyla ortak düşünceler üretmeli ki, şehir yaşanabilir ve güzel olsun. Yoksa, sadece siyasi otorite eliyle veya halkın kendi başına bırakılmasıyla muhteşemlik yakalanmıyor. Ancak, belediyelerin hiç fonksiyonu yok demek değil tabii bu. Var elbette. Belediyenin şehir plancılarıyla el ele verip İstanbul'u yenibaştan gözden geçirmesi lazım bir kere. Eski İstanbul'u tamamen koruma altına alıp o bölgeye ait ayrı bir plan uygulaması ise şart. Kentin alt yapısını vakit geçirmeden sisteme bağlamalı ve işler hale getirmeli. Eğer, bunlar yapılırsa şehrin hem sosyal hem de mimari yapısı değişir ve İstanbul işte o vakit hayalimizdeki İstanbul olur. Mimari tasarımın da o zaman ifede ettiği bir anlam olur.