Türkler bundan tam 552 sene önce fethettiği İstanbul'un içinde yaşadı. İçinde dediğim yer sur içi. Eserler burada verildi, şaşaalar, ihtişamlar, acılar ve mutluluklar burada yaşandı. Tarihî eserler yine burada inşa edildi. Osmanlı'nın yetiştirdiği ilim adamları burada oturdu; şairler, sanatçılar burada verdi eserini. Başını çıkarıp şöyle bir dışarı bakmak kimsenin aklına gelmedi. İyi hatırlıyorum, surun hemen dibine inşa edilen Topkapı Otogarı için "Çok uzak" demişti İstanbul ahalisi. "Kim gidecek oraya?" Kendi nüfusu yetmiyormuş gibi bir de göç aldı İstanbul. Seneler içinde öyle kalabalık öyle kalabalık oldu ki, 1980'e gelindiğinde kent bağrında barındırdığı insanları taşıyamaz oldu ve surlar yıkıldı. Sur içinde tıkış tıkış yaşayan insanlar dışarı çıktı. Bir işkembenin patlaması gibi bir şeydi bu. Dışarı çıktılar ama çalılıktan başka bir şey yoktu önlerinde. Yol, köprü, kanalizasyon... ara da bulasın. Şehir son dönemde ne kadar harap hale getirilebilmişse getirilmişti, bu hodbinliği bir hayat tarzı haline getiren İstanbul halkı; aynı sorumsuzlukla dağıldı sur dışına. Kim nerede açık bir alan bulmuşsa, bahçe yaptı orasını. Yahut da içindeki ağaçları kestiği ormanı bağ bostan yaptı. O yetmiyormuş gibi tam orta yerine bir de gecekondu dikti. Yeni yerleşimde ne nizam vardı, ne intizam. Kendini sur dışına atan herkes, kendi kanununu kendisi yazdı. Ada yok, pafta yok, ruhsat yok! Yok! Yok! Yok! Bu gözü dönmüş şuursuz kalabalığın tek bir hedefi vardı; o da, şehrin dışındaki bakir arazileri yağma etmek. Ettiler de!.. Bugünkü plansız, düzensiz şehrin temeli işte o gün atıldı. Kurulan belediyeler de tıpkı şehir halkı gibi ne yapacağını bilmez bir haldeydi. Ruhsatı olmayan binaya su ve elektrik getirmeyi, "hizmet" bilip her türlü suiistimale göz yumdular. Araziye uyup başıbozuk kalabalığa uymayı marifet saydı onlar da. İstanbul şehri, kendisi için milat olabilecek bir fırsat yakaladı bugünlerde. Dünyanın önde gelen 10 bin mimarı, "Dünya Mimarlar Kongresi" münasebetiyle İstanbul'da toplanıyor çünkü. Bu mimarların arasında, şehir tasarımcısı da var. Akademisyen ve uygulamacılar da... İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ev sahipliği yapıyor bu kongreye. Habitat-2'den sonra en fazla iştirakin gerçekleştiği bir organizasyon bu. Turizm ayağı çok önemli bir kere. Oteller lebalep dolu. Yeme-içme sektörü stok yapıyor. Hele bir de İstanbul gibi güzide bir şehri nasıl hoyratça kirlettiğimizin, bu işin uzmanları tarafından görülmesi var ki, hepsinden daha önemli. 30 Haziran-10 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan bu kongrenin yanı sıra "Kentler-Mimarların Pazaryeri" temasının işleneceği çeşitli etkinlikler de yer alıyor. Herkes eteğindeki taşı dökecek bu etkinliklerde. Bir de bu kongreden; İstanbul kenti nasıl yaşanabilir bir şehir haline getirilir? fikri çıkarsa eh yeme de yanında yat!..