Köyde su ne ise şehirde de yol odur. Köylü dere kenarına konuşlanır, şehirli yol kenarına. El yordamıyla böyle oluyor bu iş. Su ve yol insanı cezbediyor, insan da su ve yolu yönlendiriyor. Bir bütünlük var yani. Türk insanı su ve yolun cazibesine kapılma hususunda tam beceri gösterirken, onları yönetme hususunda sınıfta kaldı. Daha doğrusu mahalli idareler altyapı işinde başarılı olamadı. En basit örneği İstanbul. Uç uca ulanarak büyüyen şehirde ulaşım ağının tam bir yün yumağı olduğunu görüyoruz! Gecekondu evlere gecekondu yollar!... Şehir yolları kentin kan damarı, aynı zamanda medeniyete giden yolu. Yollar ne kadar düzgünse, ekonomi o kadar düzenli işler. Bir kere, "Trafik vardı, gelemedim" mazereti ortadan kalkar. Geriye bir tek, "Bugün İstanbul'un kurtuluş yıl dönümü, neden geleyim?" uyanıklığı kalır ki, euyanıklığı kalır ki, eh, senede bir gün, sineye çekilebilir. İstanbul'un ulaşımı iki kaptana teslim. Biri deniz, biri kara. THY uluslararası olduğu için onu saymıyorum. İDO Genel Müdürü Ahmet Paksoy denizin "Kaptan-ı Derya"sı, İETT Genel Müdürü Hayri Baraçlı ise karanın "Kaptan Ağa"sı. Patan Ağa"sı. Paksoy eski, Baraçlı yeni.raçlı yeni. Fakat her ikisi de genç. Her ikisi de iddialı. Her ikisi de vizyon sahibi ve önlerine koydukları hedefe ulaşmak için çaba sarf ediyorlar. İDO Genel Müdürü Paksoy'un işi nispeten kolay. Deniz, bakir çünkü. İstediğin güzergâhtan, istediğin aracı geçir. Kara öyle mi ya? Ne başı belli, ne sonu! Altyapısı olmayan bir şehirden başka ne beklenir ki? Kelimenin tam anlamıyla problem yumağı! Her iki genel müdürün de gayesi işletmeleri kârlı hale getirmek. Paksoy bu hedefi nispeten tutturdu. İDO, kârlı hale geldi. Güzergâhlar artıyor, vapur seferlerine yeni ilaveler yapılıyor, deniz otobüsü parkı büyüyor. Hedefi 12'den vurma durumu var deryada. Deniz otobüsleri LPG'li araç almıyordu. Paksoy, üstü açık olanları sefere soktu ve şimdi bu araçları da rahatlıkla taşıyor. TIR da dahil buna. Yeni bir müşteri kitlesi daha kazandı yani. Dedim ya, derya bakir; istediğin gibi at koştur. İETT öyle değil ama. Tam bir labirent!.. Şehir planlı bir şehir değil ki, yolu düzenli olsun. Yol düzenli olmayınca, güzergâh tayini de mümkün olmuyor. Baraçlı, "Duraklar arasında 300 metre mesafe olsun" istiyor. Vatandaş, "50 metre bile çok" diye diretiyor. Vatandaş da haklı. Ydiye diretiyor. Vatandaş da haklı. Yaşlısı var, engellisi var. Mevcut kaldırımlardan bırakın engelliyi, sağlıklı insan yürüyemiyor. Yaşlı ve hasta olan nasıl onca yolu katetsin de ulaşsın araca? Baraçlı, öyle kolay pes edecek birisi değil haaa, onu da söyleyeyim. Sabah 05.00 dedi mi ayakta. Şoförlerle birlikte sefere çıktığı da oluyor. Ofisine kapanıp proje yaptığı da. En ideali ne ise onu bulup yapmak için kafa yoruyor. Bir taraftan eski araçları yeniliyor, bir taraftan araç parkını büyütüyor. Bin 500 otobüs daha almak için düğmeye bastı bile. Metrobüs hattına yeni alternatifler üretiyor. Ayrıca, tekli olan metrobüs hattını 'iki gidiş, iki geliş yapabilir miyim' diye de soruyor kendi kendine. Niyeti, ekspres hat. Sefer aralığı, 30 saniyeye iniyor böylece. Ki, bugün 600 bin olan taşıma kapasitesi ikiye, belki de üçe katlanacak. Şimdi 300 olan araç sayısı da artacak tabii böylelikle. Düşünce güzel de ya uygulama? Ümit edelim, uygulansın!.. Bürokrat kendi reyine kalsa, olur. Buna şüphe yok. Da... üzerlerinde siyasi ve sosyal baskı var; o ne olacak?