Yazı yazmak zor, bir o kadar da meşakkatli bir iştir ama hemen belirteyim ki, müthiş zevklidir de. Meşakkatli, dedim çünkü, üç dakikada okunacak bir yazıyı kaleme almak için bazen 3-4 gün koşturmak gerekiyor. Araştırıp soruşturup öyle yazmak lazım. Yoksa, bumerang gibi geri dönüp alnının ortasına yapışır yazarın yazdığı o yazı. Bugün Antalya, ertesi gün Trabzon, daha sonraki gün Mersin... koşturmanın nedeni bu işte. Okuyucuya farklı bir şey sunmak için yapmak lazım bunu. Zevkli olduğunu da söyledim. Onu da anlatayım. Bazen uyandığında nerede olduğunu bilemez, bazen de Ahmet'e Mehmet; Mehmet'e de Mustafa dersin! O kadar çok insan ve fikirle karşılaşınca kafan karışır çünkü. İnsanın bu halini görüp gülmemesi, zevklenmemesi mümkün mü? Bu işin başka bir yönü daha var. Antalya'nın yorgunluğunu Trabzon'da, Trabzon'un yorgunluğunu Mersin'de atarsın. Hepsi farklı mekan ne de olsa. Kültürü farklı... tarzı farklı... oturup kalkması, yemesi içmesi farklı. Eh, bu kadar farklı iş ve iklim insanı dinlendiriyor haliyle. Böyle yapa yapa üç sene gittim. Bu sene de izin yapmazsam dört senedir hiç tatil yapmamış olacağım ki, gözüm kesmiyor. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu demeyin. Biliyorum, az önce o şehirden bu şehire giderek dinlendiğimi söyledim. Şimdi, yoruldum demem tenakuz değil mi? Doğru. İlk bakışta öyle görünüyor ama değil. İstanbul'un yorgunluğunu bir türlü üzerimden atamıyorum. Çok farklı, sakız gibi yapışıyor insanın üstüne. İzin istememin nedeni de bu zaten. Şöyle bir Akdeniz'e açılıp İstanbul yorgunluğundan arınmak istiyorum. Sözün kısası Abbas yolcu. Müsaadenizle 3 hafta yokum...