AB üyeliği uzun, ince bir yol. Başka bir ifadeyle, sayısız meşakkatlerle dolu olduğu ve bir o kadar da sağlam sinir sistemi gerektirdiği söylenebilir bu yolun. Bugün birliğin mevcut 25 üyesi bu yoldan tek tek geçti ve hepsi de aynı sıkıntıları çekti. Bunca sıkıntının beraberinde getirdiği kriterler olmasa, böyle bir çileyi kim göze alırdı ki? Türkiye'nin de aynı çileyi çekmesi ve diğerlerinin gösterdiği sabrı göstermesi gerekiyor. Ama ne mümkün? Burası Türkiye; yok öyle! Biz sıkıntıya mıkıntıya gelemeyiz. Afakanlar basıverir bizi. En olmadık yerde, birbirimize düşer ve "bana niye bilgi vermedin?" diye eften püften sebeplerle kavgaya tutuşuruz. Ondan sonra da, "verdin-vermedin" aralığında tozu dumana katarız!.. Hani soğukkanlı olacaktık. Hani, metaneti elden bırakmayacaktık. Hani, tek yumruk, tek yürek olacaktık! Nerdeee? Türkiye, Gümrük Birliği Ek Protokolü'nden gelen yükümlülüklerini yerine getirmedi. Yani, limanları bir AB üyesi olan Kıbrıs Rum kesimine açmadı. Haklı nedenleri var tabii. Türkiye'nin bu konudaki ısrarlı tutumunun "Tren kazası"na neden olacağı endişesini dile getiren AB, bizim iç kavgalarımızı görmezden gelip bir ara formül buldu ve "tren kazası" olmadı. AB dışişleri bakanları önceki günkü toplantılarında geri adım atmadılarsa bile yumuşadılar ve üç yıl süre verip 2007, 2008, 2009 yıllarında limanlar konusunda gözlem raporu hazırlama kararı aldılar. Avrupa Birliği'nin de kendi içinde problemleri var aslında. Ortak siyasi görüşü yok bir kere. Yunanistan, Avusturya gibi ülkeler Türkiye'ye negatif tavır yüklü. Fakat, adamların bir oyları olduğu gibi bir de veto hakları var. "N'ayır! İstemiyorum" dedi mi akan sular duruyor. Et-tırnak meselesi yani! Buna rağmen AB dışişleri bakanları bir orta yol buldular. Müzakereler 8 başlıkta donduruldu. Şartları doğru okuyalım Bu ne demek? Malların serbest dolaşımı, taşımacılık, Gümrük Birliği (GB), tarım, balıkçılık, dış ilişkiler, mali hizmetler ve iş kurma hakkı... Bu sekiz başlık askıya alındı. Bu dondurma kararının analizini doğru yapmak lazım evvel emirde. Malların serbest dolaşımı, GB, taşımacılık, mali hizmetler ve iş kurma hakkı mesela. Bu beş başlık zaten Türkiye'nin AB normlarını yakaladığı konular; orada hiç problem yok. Bu konularda elini kolunu sallaya sallaya AB'ye girer Türkiye. Tarım, balıkçılık ve dış ilişkilere gelince. En zoru bu üç başlık. Türkiye, bu kriterleri yakalamak için bayağı bir ter dökeceğe ve ne yaparsa yapsın uzun süre cebelleşeceğe benziyor. Eksikleri var çünkü. Dolayısıyla, askıya alınan başlıkların da kendi içinde bir mantığı olduğunu söylemek mümkün. Diğer 26 başlık açılabilecek ama kapatılmayacak. Ekonomi, sanayi, mali kontrol, eğitim ve kültür başlıkları açılmaya hazır. Buna kim itiraz edebilir ki? Önümüzdeki 10 sene içinde bu başlıklarla yatıp bu başlıklarla kalkacağız zaten! Gelelim, limanlar meselesine. Türkiye'nin limanları açmasıyla ilgili bir "takvim" açıklanmadı. AB Dönem Başkanlığı Kıbrıs'ta BM temelli çözüm müzakerelerinin başlatılması çabalarına destek vaat etti. KKTC'ye uygulanan izolasyonların önümüzdeki yıl kaldırılması kararı çıktı. Türkiye'nin Kıbrıs Rum kesimine limanları açması konusunda "yapıcı" ve "yeni" öneriler getirmesi ise diğer bir ayağı bu mevzuun! Bir elinde havuç, diğerinde sopa! Avrupa Birliği'nin en büyük kozu bu. Limanları aç, izolasyonları kaldırayım!.. Olli Rehn, "Alınan karar, bir yandan hukuki yükümlülüklerin yerine getirilmesini, diğer yandan da müzakere sürecinin devamını sağlıyor" dedi. Pek de haksız sayılmaz hani. Eğri oturup doğru konuşalım. AB'nin aldığı bu kararlar neticesinde Türkiye, AB devlet ve hükümet başkanlarının Brüksel Zirvesi'nden düşmüş oldu. Varsın olsun. 2007 senesi Türkiye için çetin bir sene. İki önemli seçim sürecine giriyor çünkü. Fransa da öyle. Dolayısıyla kimsenin AB müzakerelerine ayıracak vakti yok. Şayet, Türkiye "sen-ben" kavgalarına kapılır ve bu meseleyi siyasi polemik haline getirirse; yandı gülüm keten helva! Yok, soğukkanlı davranma olgunluğunu gösterir ve müzakereleri sürdürürse; AB üyesi olmaması için hiçbir sebep yok.