Kıbrıs da eksik kalıversin, dedim ve son günlerde hiç yazmadım bu konuda. Huylu huyundan vazgeçer mi? Yine yazdım işte!.. Irak'tan dolayı ABD, Türkiye'nin doğu komşusu oldu. AB ise Yunanistan sebebiyle zaten batı komşumuz. 1 Mayıs'tan sonra güneyimiz de AB olacak ki, yeme de yanında yat!.. İki dev ile komşu olmak iyi mi, kötü mü? Faydalı yanları olduğu gibi riski de var bu işin. AB net bir tavır koydu ortaya. 'Avrupalı olmak istiyorsanız, Kıbrıs'ı çözün!..' Mesajı alan Türkiye, şu günlerde tüm enerjisini ortaya koyup bu meseleyi halletmeye çalışıyor. Öbür taraftan ABD de boş durmuyor tabiî, 'Dünyayı Türkiye ile daha güvenli hale getiriyoruz' şeklinde açıklamalar yapıp Türkiye'ye başka hedefler gösteriyor. Verilen bu mesajlar, Türkiye'nin hem bölgedeki önemini su yüzüne çıkardı hem de bunca senedir uykuda tuttuğu bazı problemleri artık çözüp sonuçlandırmasını zaruret haline getirdi. Objektif bakıldığında; Türkiye'nin her iki güç ile de iyi diyalogları olduğu ve samimi ilişkilerin sürdüğü söylenebilir gayet tabiî ki. Bu dostluğun ekonomik ve siyasi avantajı olduğu ise ayrı bir gerçek. Ancak, bazı şeylerin henüz yerli yerine oturmadığı da bir başka gerçek olarak çıkıyor ortaya. Mesela, Kıbrıs. Şunu kabul etmek lazım ki, Annan Planı, KKTC halkının haklarını koruyan bir plan. Derogasyonlar (istisnalar) yeterli, en azından şimdilik öyle. Kıbrıs Türk'ü eşitleniyor. 'Birincil hukuk' haline gelmese de sağlam gözüküyor... Bunların hepsine eyvallah!.. Benim kafamın takıldığı yer başka. AB, madem Türkiye'yi alacak, o halde neden kulağı tersten gösteriyor? Türkiye'ye bugünlerde müzakere tarihi verseydi hepsi kendiliğinden hallolurdu ve sağlanan mutabakat hem daha kalıcı ve hem daha yapıcı olurdu. Ayrıca, Annan'a da gerek kalmazdı, Birleşmiş Milletler'e de. Kıbrıs manzarasına, bu bilgilerin ışığında bakıldığında; görüşme her ne kadar dörtlü bir koordinasyon ve AB arasında gerçekleşiyor gibi görünüyorsa da sanki anlaşma ABD ile yapılıyor gibi bir görüntü çıkıyor ortaya. Yoksa, Kıbrıs, Büyük Orta Doğu Projesi (BOP)'un bir parçası mı? Öyle ya, bir anlaşma yapılıyorsa; ortada iki ucun olması ve bu uçların birbirine bağlanması lazım. Türkiye, sanki sadece kendi tarafını düğümlüyor! Buna sebep ne? İnsan, ister istemez, Türkiye, iki büyük değirmen taşı arasında mı kaldı, diye düşünüyor? Fransa Dışişleri Bakanı Michel Barnier, Türkiye'nin mevcut durumda gerekli şartlara uymadığını ve AB üyeliğine karşı çıkacaklarını söyledi. ABD Genelkurmay Başkanı General Richard Myers'in açıklamaları da çok anlamlı aslında. 'Türkiye ile evli çiftler gibiyiz' diyen Myers, iş birliğinin devamı için çaba gösterilmesini istedi, hem de ısrarla. Türkiye, KKTC halkının referanduma 'Evet' demesinden yana. Riskli ise de yerinde bir karar. Riski alan ve AB üyeliğinde kararlı olduğu mesajını dünyaya veren AK Parti Hükümeti'nin esas işi bundan sonra başlıyor. O da, en kısa sürede sosyal güvenlik ve vergi reformlarını yapmak; şirketler için hayati öneme haiz hukuki altyapıyı kurmaktır ki, bu işleri yapmak için öyle çok fazla vakti de yok. Ve tabiî bir de bu işin, 'mücahit' dediğimiz, 'kahraman' bildiğimiz Denktaş'ı, incitmeden halledilmesi gerektiğini de unutmamak lazım. MI ACABA?!. Seçmen Baykal'a hâlâ güvensizmiş... Baykal kendine güveniyor ya, yeter o! *** İşini sevmeyenler bel ağrısına yakalanıyormuş... Şuna, ne kadar az sevgi o kadar bel ağrısı desenize!