Mardin'in bilinmeyen yüzü

A -
A +

Mardin'i anlatacak değilim. Herkesin tanıyıp bildiği bir şehir. Gecesi ayrı güzel, gündüzü ayrı güzel. Gece olup da Kale'den aşağı, ovaya bakan, Mezopotamya Ovası'nı âdeta bir denizmiş gibi görür. Ovadan yukarı, Mardin Kalesi'ne doğru bakanlar ise yanan ışıkların bir boyuna sarılan gerdanlık gibi ışıldadığını. "Gece gerdanlık, gündüz seyranlık" denmesinin nedeni de bu değil mi zaten. Görenler hayran kalıyor. Mardin Unesco'nun koruma altına aldığı ender kentlerden biri. Galler Prensi Charles bile ziyaret etti bu gizemli kenti. Bu kadarı bile Mardin'in ne kadar önemli olduğunu anlatmaya yeter . Ancak, şunu söyleyeyim ki, bilinen Mardin, gerçek Mardin'in 10'da biri bile değil. Bu gerçeği geçen hafta öğrendim ben de. Mardin âşığı iki Mardinli sayesinde oldu bu. Birisi Kızıltepe Halk Eğitim Müdürü Mehmet Bedi Demir, diğeri de bir biyoloji öğretmeni olan Mahmut Akdağ. Bu iki Mardin âşığı beni alıp Ğurs Vadisi'ne götürdüler. Ğurs Vadisi, kupkuru dağların arasında uzanan zümrüt yeşili bir vadi. Mardin'de hava sıcaklığı 42 dereceyken orada 30 derece ya vardı, ya yoktu. Serin mi serin. Dengiz Şelaleleri sıcaktan eser bırakmıyor. Ayrıca, ağaçlar. Vadi yemyeşil ağaçlarla kaplıydı ve tarlalarda tütün ekiliydi. Böyle güzel bir yer bulurum da, yan gelip yatmaz mıyım? Aynen öyle yaptım. Fakat, âşıklarla yola çıktığımı unutmuştum. "Hadi" dedi Bedi Hoca. "Gidip Bırbırre Mağaralarını görelim." Oraları da bir başka geldiğimde gezebileceğimizi söylediysem de para etmedi. Bir iki saat daha kalıp Bırbırre Mağaraları'nın yolunu tuttuk. Muhteşem yerler. "Bırbır" Kürtçe bir kelime ve "kes kes" anlamına geliyor. Dağ oyulmuş ve âdeta tünel açılmış. Bir şehri içine alacak kadar büyük bir tüneldi bu tünel. Harzem Tacettin Mes'ud Medresesi ve Abdi Ağa Konağı ile Mahmut Ağa Konağı'na şöyle bir temaşa eyleyip dosdoğru Dara Köyü'ne gittik. Dara Muhtarı İbrahim Bilgiç, önümüze düşüp bizi antik harabelere götürdü. Dara Köyü antik kentin üzerine kurulu. Her evin altında bir yapı var ki, orijinalliklerini anlatmaya gücüm yetmez. O koca kayaları nasıl yonttular da o mimarî şaheserleri yaptılar hâlâ anlayabilmiş değilim. Kimi 25 metre derinlikte, kimi 30 metre bu yapıların. Merdivenle iniliyor. Hele bir su sarnıcı vardı, İstanbul'dakinden geri kalmaz. Bu şehirde kimler yaşamış, nasıl yaşamış henüz bilinmiyor. Yeni yeni kazılıyor çünkü. Hakeza, kaya mezarları. Koskoca kayalıklar baştan sona mezar. Kayalar oyulup oyulup mezar yapılmış. Rehberlerim Kızıltepe'ye gidip hiç olmazsa "Bırbırre Mağaraları"ndan kesilen taşlarla inşa edilen Ulu Camii görmemi de istediler ama hem geç olmuş, hem de yorulmuştum. Nasip olursa, bir başka sefere deyip ayrıldım onlardan. Mardin bir iki günde gezilip görülecek bir şehir değil. Asla değil, kat'a değil. En az 5 gün kalmak lazım. Hem ayrıca, Mardin Kebabı da yemeli o muhteşem şehirde ki, yaşanıldığının farkına varılsın!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.