Maymun gözünü açtı

A -
A +

Bir şirket düşünün. Bir patronu, bir de muhasebecisi olsun bu şirketin. Tam Türk usulü değil mi? İkisi el ele verip biraz vergi kaçırıp, biraz kayıtdışı işlem yapıp, biraz da masrafları şişirdiler mi, olur sana başarılı bir şirket!.. Özel şirketler böyle de KİT'ler farklı mı? Ne gezer! Bir bakan, bir genel müdür. Hepsi o. Bakan, devlet malı deniz... mantığından gidip ahbap-çavuş ilişkisine girer. Genel müdür, zaten 'Emrin olur bakanım' diyen bir yalakadan öte ne ki?.. İstisnalar kaideyi bozmaz. Üç aşağı beş yukarı Türkiye işte bu. Ha, bir yolsuzluk olursa, o kuruma müfettiş gelmez mi? Gelir elbette. Fakat kurumlarda olan yolsuzluğun kaçı müfettişe intikal ediyor? Etse bile hangi müfettiş, devletin koskoca bakanına, 'Sen yamuk yaptın arkadaş' diyecek kırattadır acaba? Türkiye senelerce işte bu içe kapanma halini yaşadı. Hesap vermek yok. Verimlilik yok. Şeffaflık yok!.. Bir de, bu şirketin hisselerini alan ve kendi müşterilerine satan portföy şirketlerin olduğunu düşünün. Halka açık şirketlerin ensesinde boza pişiren ve onlara hesap soran bu profesyonel portföy yöneticilerinin varlığını düşünün. Bu profesyonellerin uçan kuştan hesap sorması, yatırımcı için ne kadar iyi değil mi? İyi çünkü, şirketin ıcığını cıcığını çıkarıp onların saklı gizli bir faaliyet içine girmelerine müsaade etmiyorlar bir kere. Kendilerini baskı altında hisseden şirket yöneticisi ise koltuğunu kaybetmemek için çok çalışmak ve başarılı olmak mecburiyeti duymayacak mı? Elbette ki duyacak? Başarılı olmazsa, orada kalamayacağını biliyor çünkü. Hele, Sen ne dersen onu yaparım, diyecek bir bakanı da yoksa; o yönetici, başarılı olmasın da ne yapsın? Önceki gün Hyatt Regency Hotel'de gerçekleştirilen 'II. Ulusal Yatırım Fonları Konferansı'nı izlerken bunları düşündüm. Türkiye, maalesef bugüne kadar hem yatırımları çarçur etti, hem de vatandaşın sahip olduğu kıt tasarrufları. Şayet, bu tasarruflar yerinde kullanılsa ve zorluklar içinde kurulan işletmeler verimli işletilseydi; Türkiye, bugün eli şakağında düşünür olmazdı. O tren kaçtı. Tamam. Artık bundan sonrasına bakalım: Mevduat faizi, repo, döviz, gayrimenkul, hisse senedi, tahvil ve bono. Bunların hepsi birer yatırım aracı. 1980'li yıllarda başlayan ve sayıları 1990'lı yıllarda çoğalan bu yatırım araçlarına yatırım yapmak isteyen kişi ve kurum ne yapmalı ki, para kazansın? Öyle ya, para piyasasına girmekle hemen para kazanılmıyor. Dalgalı bir derya orası. Riski var. Risk karşılığında da kazanç. Bu deryaya tek başına girip paranı kendin mi yöneteceksin, yoksa bir profesyonele mi yönettireceksin? Yatırımcının daha 3-4 sene öncesine kadar fazla alternatifi yoktu. Borsa aracı kurumlarını saymazsak, iş başa düşüyordu yani. Şimdi öyle değil. Bünyesinde, sermaye piyasasının sağlıklı ve istikrarlı bir biçimde işlemesini sağlayabilecek kadar profesyonel kadro istihdam eden portföy yönetim şirketleri var bir kere. Ayrıca, geçen hafta faaliyete geçen bireysel emeklilik şirketleri. Ve bunların tepesinde 'Kurumsal Yatarımcı Yöneticileri Derneği' bulunuyor. Bağımsız Denetim Şirketleri de cabası. Aldığı tiyolarla hareket eden ve spekülasyon bataklığında boğulup giden yatırımcı nihayet profesyonel yöneticilere kavuştu. Yatırımcıların bir araya gelerek oluşturduğu büyük havuzlar, yani fonlar; bundan sonra hem yatırımcıyı koruyacak, hem de işletmelerin daha verimli olmasını sağlayacak. Türkiye, buna belki geç kavuştu ama sonunda kavuştu. Maymun gözünü açtı!.. MI ACABA?!. Zeytinyağı ve balık, kalpte hasar yapan ateşi söndürüyormuş... Demekle olmuyor ki, yemek de lazım! * Başbakan, 'Laiklik yeniden tanımlansın' demiş... İlahi Erdoğan. Ediyorlar ya, 'kamusal alan!' * Zengin olmak için zeki olmak gerekiyormuş... E, hani biz zeki millettik. Ne oldu?

300
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.