Yazacağımı yazmış ve 'yeter' demiştim kendi kendime bu sayfayı kapatmadan önce. Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az, misali. Fakat, İsmail Kapan'ın "Medya kaçıncı kuvvet" başlıklı yazısını okuyunca; yeniden depreşti içimdeki yazma duygusu. Medya dördüncü kuvvet olarak biliniyor. Yargı, yürütme ve yasamadan sonra. İsmail Kapan, bazı örnekler verip medyanın adeta 'birinci kuvvet'miş gibi sorumsuz davrandığını ima ediyordu yazısında. Ülkede hemen her kesim medyanın haddini aştığı yolunda serzenişte bulunur zaman zaman. Haksız mı? Değil tabii. Medyanın çok öne çıktığı dönemler olmadı değil, oldu. Da, bu öne çıkışın ana sebebi medyanın kendisinden kaynaklanmıyor. Başka zaafiyetler var orada. O boşluk dolmadan medyanın öne çıkması önlenemez! Gayri ihtiyari oluyor bu çünkü. Sosyal ve iktisadi yapının esas aktörlerinin, yani vatandaşın içinde rol aldığı ve ülkenin sosyalitesinin bir nev'i balans ayarını yapan 'sivil toplum kuruluşları' yeterli değil ve fonksiyonunu ifa edemiyorsa; o ülkede medyanın 'birinci kuvvet' olması önlenemez. Medya çıkmasa, siyasi otorite öne çıkar. Türkiye'de olan da bu zaten. Ya siyasi otorite sınırlarını aşıp 'totaliter' bir görüntü veriyor, ya da medya haddini aşıp 'birinci kuvvet'miş gibi bir intiba sergiliyor. Türkiye'de ekran kaynanalar dizisi istilasına uğrar uğramaz, hemen 'Kanun çıkaralım' uğultuları yükseliyor. Sosyologlar tartışsın, psikologlar konuşsun, demek kimsenin aklına gelmiyor. Kredi kartlarında bazı aksamalar oluyor, 'Faizleri indiren kanun çıksın' talepleri kulakları tırmalıyor. Her şey kanunla olsaydı, bir kanun çıkarılır ve enflasyon 'sıfır'lanırdı. Faizler bir, bilemedin iki puana indirilir, ihracat ise en az 450 milyar dolar civarına çıkarılırdı? Olmuyor halbuki. Neden? Kanun gücüyle kalkınma olmaz da ondan! Kadınlar Günü gösterisinde, polisin bir kadına attığı tekmelerin görüntüsü sebep oldu bu tartışmalara. Türk medyası bu görüntüyü ekrana taşıdı. Ardından tüm dünya TV'lerine konu oldu aynı görüntü. Derken, Ankara'da bulunan AB Troykası bir bildiri yayınlayıp bu olayı kınadı. Ardından da Avrupa Parlamentosu (AP) kınadı. Bu gelişmeler her Türk'ü olduğu gibi Başbakan Erdoğan'ı da üzdü ama Başbakan'ın tepkisi oldukça sertti. Medyayı, 'Avrupa'ya servis yapmakla' suçlayan Erdoğan, "Tabii bunu önce bizim medyamız çok abarttı. Bunu açık ve net olarak ortaya koymak lazım" dedi. Kol kırılır yen içinde kalır. Doğru. Fakat, medyanın işi haber yapmak. Böyle bir olay habencinin arayıp da bulamayacağı bir olay. Cerrah nasıl kanlı bir iş yapıyor ve kesip biçiyorsa; haberci de biraz nahoş şeyleri haber yapmak durumunda kalıyor. Cerrahın "Ben ameliyat yapmam" deme lüksü yoksa; gazetecinin de 'polisin bir kadını tekmelemesini haber yapmamak' gibi bir şansı yok. Türkiye'de yeteri kadar gelişmiş sivil toplum kuruluşları olsaydı onlar tartışır ve meselenin bu boyuta taşınmasına asla fırsat vermezlerdi. Biz hep sap ile samanı karıştırdığımız için medya ile siyasi otorite karşı karşıya geliyor ve bu iki güç birbirine düşmanmış gibi hiç hoş olmayan bir hataya düşüyoruz. > MI ACABA?!. Annesinin ölümünü kimseye haber vermeyen 47 yaşındaki Şerafettin Gencel, iki sene onun kılığına girip emekli maaşını çekmiş... Adamın hinliğine mi yanarsın, onu o hale getiren şartlara mı? * * * Astım teşhisi konulan 5 yaşındaki Pınar'ın bronşunda ayçekirdeği çıkmış... Ne var bunda, ha astım ha ayçekirdeği! * * * Yüzük parmağı uzun olanlar agresif ve gürültücü oluyormuş... Eh, bu kadarcık da yan etkisi olsun yani! * * * Alman profesör Peter Axt, yazdığı kitapta 'Tembellik mutluluğun anahtarıdır" demiş... Yanlış anlaşılmasın: Yorulduktan sonraki tembellikmiş bu! * * * Çayla içilen bir simitte tam 300 kalori varmış... Millet olarak ayakta nasıl kaldığımızı sanıyordunuz!