Elin oğlu bir suçtan dolayı yargılayıp kodese tıktığı mahkumu bile topluma geri kazanmak ve onu üretici hale getirmek için didinip duruyor. Psikolojik tedavi uyguluyor, işinin ehli kimseler marifetiyle o mahkumun bir meslek ve iş sahibi olmasına uğraşıyor. Biz ne yapıyoruz? İşinde gücünde olan adamı potansiyel suçlu ilan edip, "Yarın memleketin dibine dinamit koyar" paranoyası ile daha bugünden yok etmeye çalışıyoruz!.. Böyle bir ön yargı ile hareket etmenin nesi hakka, hukuka ve vicdana sığar, söyler misiniz bana? Türkiye'nin bu şekilcilikten, geleceğe yönelik endişelerden ve toplumu bölüp parçalamaktan öte gitmeyen bu tür davranışlardan bir an önce kurtulması lazım. Çünkü, 70 milyon insanın hâlâ ne bir ortak aklı var, ne sinerji üretebiliyor, ne de enerjisi kaldı!.. Geçmişte bu toplumun ticaret erbabı, "ahilik" gibi çok önemli bir organizasyonun içinden geçip geliyordu. Şimdi, batı aynı yoldan değişik isimler altında yürüyor ama biz o değerleri kaybetmenin getirdiği şaşkınlıkla itişiyor da itişiyoruz!.. Bugün dünya ekonomik önceliklere göre hareket ediyor. Dünyanın en büyük ekonomisine sahip Almanya'da bile halk geleceğe karamsar bakıyor. Kendi geleceğini koruyabilmek için daha fazla çalışmanın, daha fazla tasarruf yapmanın yollarını arıyor. Nüfusunun yarıya yakını açlık ve yoksulluk sınırında yaşayan Türkiye'nin ne yan gelip yatmaya hakkı var, ne de üretme kabiliyeti olanları sistemin dışına itmeye!.. Birinin inancı şu veya bu diye saf dışı etmek doğru mu? Eğer bir kişi bu memleketin havasını soluyor, suyunu içiyorsa o ferdin üzerinde barındığı topraklara karşı belli sorumlulukları da vardır. Üretim mesela. Üretmeden yan gelip yatabilir mi o kişi? Mümkün değil!.. İlla üretmesi lazım. Hem de verimli, standartlara uygun ve katma değeri olan bir üretim olmalı bu. Bir insanın hakkı elinden alınamayacağı gibi sorumluluklarını yerine getirmesine de mani olunamaz. Haklarını elinden almaya kalkarsanız, haksızlık; sorumluluklarını elinden almaya kalkarsanız, özgürlüğüne müdahale etmiş olursunuz. Her ikisinin de demokraside yeri yok! Örneği çok Bu gibi yargısız infazların yüzlerce örneği varsa da bendeniz bir tanesini söyleyip geçeceğim. Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD). Bu sivil toplum kuruluşu binlerce üyesine know-how transferi yaptığı gibi onları dünyanın çeşitli ülkelerindeki fırsatlarla da tanıştırdı, tanıştırıyor. Onlara rehberlik edip ürünlerini yurt dışına ihraç etmelerine yardımcı oldu, oluyor. Müthiş bir sinerji oluştu MÜSİAD'ın çevresinde. Ayrıca, çeşitli yayınlarla toplumu enforme etmesi ve hem ekonomi, hem kültür, hem de tarihî değerleri halkın daha bir ilgi alanına sokması var bir de. Sivil toplum kuruluşu olmanın kendisine yüklediği misyon ile hazırladığı raporlarla hükümeti ikaz etme görevini de layıkıyla yapıyor bu kuruluş. Geçenlerde petrol konusunda bir rapor hazırladı ki, dört dörtlüktü. AB müzakerelerinin başlamak üzere olduğu şu dönemde MÜSİAD'ın inkâr edilemeyecek kadar olumlu çalışmaları oldu ve devam ediyor bu faaliyetler. Fakat, aynı kurum geçmişte tu kaka edildi. MÜSİAD'ın kurucu Başkanı Erol Yarar, Yeni Şafak'tan Fatma Çiftçi'ye verdiği röportajda, "Kara listelerin hepsi ters tepti. MÜSİAD üyelerinin satışları arttı" dedi. "Hatta" diye sözüne devam eden Yarar: "Üyelerimiz arasında 'Beni de listeye yazın' diye espri konusu yapıldı." Erol Yarar'ın bu sözleri sıradan sözler değil. İrdelenmesi, ülkenin gerçek fotoğrafını ortaya koymak için teşhir edilmesi gereken sözler. Topluma hizmet eden kurum ve kuruluşları şaibe altına sokmak ve onların gelişip serpilmesini önlemek kimseye bir şey kazandırmadığı gibi ülkeye çok büyük zararlar veriyor. Geçmişte, "Bunların ürettiği ürünleri almayın" diye fakslar çekildi. Erol Yarar, Anayasa'yı zorla değiştirmeye teşebbüsten 25 yıl ceza istemiyle DGM'de yargılandı. Fakat, binlerce KOBİ bu sivil toplum kuruluşunun etrafında saf tuttu. Neden? Faydasını gördü de ondan! Yoksa, kim gereksiz yere bir kuruluşa para öder?