Müzakere de ne be arkadaş?

A -
A +

Tarama süreci yaşandığı için Türkiye-AB müzakereleri henüz başlamadı ama eli kulağında; bugün değilse yarın başlayacak! Bazı AB kriterleri var ki, hiç itiraz etmeden uyması lazım Türkiye'nin o kriterlere. Çevre mesela. Kanalizasyonların arıtılıp insan sağlığına zarar vermeden tahliyesi için ne gerekiyorsa Türkiye'nin yerine getirmesi gerekiyor. Bundan kaçış yok. Hakeza lokanta, pastane, kafeterya, ayaküstü beslenme mekanları (fast-food), lahmacuncu, kokoreççi, kasap, bakkal, imalathane gibi iş yerlerinde hijyen birinci derece önem arz edecek ve bu işletmelerin birebir uyması istenecek bu AB kriterlerine. Bir de pazarlık imkanı verenleri var bu AB kriterlerinin. Tarım, bunun en canlı örneği. Türkiye'nin ürettiği bazı ürünlere kota konup, "Şu kadardan fazla üretme" denilecek mesela. Müzakere! Adı üstünde, bir konuyla ilgili karşılıklı fikir alışverişi. Sözlük anlamı bu fakat bizde müzakere hiç böyle olmadı. Bir Türk için "müzakere" demek; ya kafa atmaktır, ya yumruk sallamak, ya da sövmek! Biz, kendi düşüncemizi kabul ettirmek için otururuz müzakereye ve şayet fikirlerimiz kabul görmezse masaya yumruğu vurup dağıtırız ortalığı!.. Eee, hâl böyle olunca, AB ile yapacağımız müzakerelerde bayağı bir terleyeceğimizi söylediğim için hoşgörün beni lütfen! Şayet bu müzakerelerden sonuç almak istiyorsak, ne yapıp edip önce müzakere etmenin tekniğini öğrenmemiz lazım. 35 ana başlık altında toplanıp önümüze konan meseleleri hazmetmek, bugünkü mentalitemizle mümkün değil çünkü. Elin adamı yumruk vurarak işi çözme durumunu aşmış bulunuyor. Lobi olmadan olmaz!.. Bir de lobi yapmak var işin içinde. Lobicilik anlayışımız da farklı tabii bizim. Bizim bildiğimiz yöntem, muhatabın cebine onun ayaklarını yerden kesecek kadar bir meblağı sokuşturmak!.. Konuşmayı zül sayarız biz. Eee, bu durumda AB Parlamentosu'nda veya Konseyi'nde bizim adımıza kim lobi yapacak? Sülün Osmanları seferber etmekle olacak iş değil bu! Yine iş dönüp dolaşıp Türk iş adamlarına ve sivil toplum kuruluşlarına düşüyor! Siyasetçileri bilhassa saymadım. İş, salt onlarla olacak iş değil çünkü. Malum, Avrupa Birliği Parlamentosu (AP), AB halklarının demokratik siyasi iradesinin temsil edildiği en güçlü organ. Bütçe burada onaylanıyor bir kere. Çevre, tüketicinin korunması, eğitim, kültür ve sağlık alanlarını içine alan yetkiler yine parlamentoda toplanmış durumda. AP'de Almanya 99, Fransa 88, İtalya 78, İngiltere 78, Hollanda 27, Yunanistan 24 üye ile temsil ediliyor. Nüfuslarına göre yani. Konsey'de ise üye ülkeleri o ülkelerden gelen bakanlar temsil ediyor. Her ikisi de önemli, her ikisi de yetkili. Türkiye AB üyesi olmadığı için buralarda yok tabii. Varsın olmasın. Üye olunca Türkiye de bir Almanya kadar fazla üye ile temsil edilecek nasıl olsa. Ama dediğim gibi şimdilik Türkiye'nin tek bir muhatabı var, o da; Komisyon. Her fasıl için kurulmuş bir komisyonu var. Şimdi yapılacak olan iş, bazı meseleleri milli gurur haline dönüştürmeden ama milli menfaatleri koruyup kollayarak müzakere etmenin yanı sıra komisyonlara çalışıp gitmek ve gerektiğinde lobi faaliyetinde bulunmak. Lobinin nihai hedefi her ne kadar Parlamento ve Konsey ise de buralar netice itibariyle siyasi organlar. Karar verecek olan siyasi, kendisini seçen ve temsilci olarak gönderen seçmene şirin görünmek ister. Dolayısıyla, o parlamenteri veya bakanı ikna etmeden önce, onu temsilci olarak gönderen ülkelerin halkını ikna etmek gerekiyor. Müzakere ve lobiciliğin böyle bir zorluğu da var yani.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.