İstanbul Üniversitesi (İÜ) Rektörü Prof. Dr. Mesut Parlak, "Ben bu sivil anayasayı içime sindiremiyorum" buyurmuş ve anayasaların siyasetçiler tarafından değil de, bilim adamları tarafından yapılmasını istemiş. Emrin olur Hocam! Sen söyle biz yazak! Yiğidi öldür ama hakkını yeme! Prof. Parlak, nezaket gösterip "Askerler hazırlasın" dememiş de "Bilim adamları hazırlasın" ile sınırlı tutmuş isteklerini. Tevazuu görüyor musunuz?!. Hoca'nın mütevazılığı boşuna değil. İÜ Senatosu, "Başta Atatürk ilkeleri olmak üzere 'Türk ulusuna ait tüm değerlerin' yeni anayasada mutlaka korunması gerektiğine" işaret etmiş. Aba altından sopa gösterme durumu yani. Parlak hoca'nın sözleri ile Senato'nun açıklaması yan yana getirildiğinde "82 Anayasası kalsın" fikri çıkıyor ki, iki yanlış bir doğru ediyor. Üniversite mantığı bu işte! Parlak hoca, kendi zaviyesinden haklı. Mevcut Anayasa kendisi gibi belli bir zümreyi imtiyazlı hale getirmişti çünkü. Kim o gücün elinden alınmasını ister ki? İmtiyazları da, Anayasa'nın ellerine tutuşturduğu tebeşir ve sopa! Kafaları bozulmaya görsün! Tebeşirle bir çizgi çiziyor ve orasını "kamusal alan" ilan edip o sınırı zorlamaya cüret edenlerin kafasına sopayla vuruyorlar. Daha doğrusu: Dı! Şimdi o güç gidiyor elden. Ne kadar çırpınsalar hakları!.. Parlak hoca ne derse desin. Son gelişmeler Türkiye'de "yeni" anayasanın zaruret haline geldiğini açık ve net bir şekilde ortaya koydu. Aynı zamanda "sivil" olması yönünden de önemli bu anayasa. Asker veya bilim adamlarının hazırladığı anayasa değil, sivil anayasa. Burada "sivil"in ne anlama geldiğinin tespiti çok önemli. Başkanı, rektörü veya genel müdürü resmi plakalı araca binen tüm kurum ve kuruluş "sivil" inisiyatifin dışındadır. Sadece askerle sınırlı değil yani. Elbise dar geliyor Türk toplumu asırlardır Türk'ü, Kürt'ü, Laz'ı, Çerkez'i, Ermeni'si, Rum'u, Süryani'si...birlikte yaşadı; hiç problemsiz yaşadı hem de. Baskı ve dayatma olmadığı müddetçe o hayatın devam ettirilmesi mümkün. Onun için şart oldu, halkın yaşadığı gibi bir sivil anayasanın hazırlanıp yürürlüğe sokulması. Parlak hoca, elindeki sopanın alınacağını görüp telaşlanıyor ama nafile! Köpekleri serbest bırakıp taşı bağlama devri bitiyor artık... İyi hoş da neyin üzerine inşa edilecek bu anayasa? Hiç şüphe yok ki, yeni anayasa da "laiklik" mevhumu üzerine oturtulacak. Eee, eskisi de laiklik esası üzerine kuruluydu; eğer bu da buram buram "laiklik" kokacaksa nesi "yeni" olacak peki? Olacağı şu: Yeni Anayasa, laik'e de muhafazakara da eşit mesafede olacak!.. Birinin diğeri üzerinde tahakkümü söz konusu olmayacak yani. Bu sağlansın yeter; taşlar yerli yerine oturuverir hemen. 1921 Anayasası olsun, 1924 Anayasası olsun... her iki anayasa da gerçekleştirilen devrimin izlerini taşıyan bir Anayasa idi ve tavizsiz uygulanması gerekiyordu. Başka türlü devrimi ayakta tutmanın imkanı yoktu çünkü. 1961 ve 1982 Anayasa'ları ise askeri darbelerin ardından hazırlanan ve yönetimde askerin ağırlığını hissettiren bir yapıya sahipti. Türkiye 46 senedir askerin hazırladığı Anayasa ile idare edildi. Türkiye devrimi yaşamış ve artık o konuda geri dönüşü olmayan bir yola girmiştir. Bundan sonra biri kalkıp totaliter rejim istese, yahut da "Osmanlı İmparatorluğu'nu yeniden kuralım" dese; yanına bir ikinci kişiyi bulmakta zorlanır. Şartlar değişti, insanların gaileleri farklılaştı ve en önemlisi de demokrasiye alışan toplum, bu rejimin verdiği fırsatlardan istifade etmekten öte bir beklentisi olmayan toplum haline geldi. Dolayısıyla, Anayasa'dan devrimle ilgili maddelerin çıkarılmasında hiçbir beis yok artık. Şimdi, gelişip serpilen Türkiye'ye ve Türk toplumuna bu Anayasanın çizdiği elbise dar geliyor. Genişletilmesi ve de sadeleştirilmesi zaruret haline geldi. Mütedeyyin insanlar kendilerini ezilmiş ve soyutlanmış hissediyorlar. Bütün çabaları bu kompleksi üzerlerinden atmak için. Daha iyi eğitim, daha iyi iş, daha iyi sosyal hayat, daha iyi ev, çocukları için daha iyi okul istiyorlar. Kimsenin "şeriat devleti kurulsun" diye bir arzu ve isteği yok yani.