Bir insanın alışkanlıklarını terk etmesi kadar zor bir şey düşünemiyorum. Salt sigara tiryakilerine ait bir genelleme değil bu; hemen her alışkanlık için geçerli. Takdir etmek için dahi söz konusu aynı tez!.. Türk insanı 1980'li yıllardan önce kas gücüyle çalışan işlerde istihdam ediliyor ve dolayısıyla fertlerin başarısı, yediği yemeğe ve kaldırdığı ağırlığa göre değerlendiriliyordu. Koca Yusuf gibi oturduğunda bir kuzuyu yiyen, aslan gibi kükreyen insan lazımdı o dönemde. Şayet bir kişi, bir kamyon odunu baltayla doğrayıp atıyor veya bir çuvalı tuttuğu gibi eşeğe yüklüyorsa makbul adam sayılırdı. Hele çuvalı sırtına vurup değirmene götürüp getiriyorsa, parmakla gösterilir ve başköşeye oturtulurdu hep o kişi. 1980'li yıllardan itibaren nispeten de olsa beyin gücü girdi devreye. Birçok insan beyniyle para kazanıyor artık. Ancak, bu kişilerin takdir edilmeleri eski alışkanlıklardan dolayı henüz değişmiş değil. Hâlâ eski tas eski hamam. "Ne yapıyor ki" sözleriyle başlayan cümleler hep "yattığı yerden para kazanıyor" diye bitiyor. Öyle ya, sırtına yük yükleyip taşımıyor, hatta terlemiyor bile işini beyniyle yapan insan. Türkiye'de yaşıyor olsaydı, kazandığı para külliyen haksız bir kazanç olarak algılanır ve tu kaka edilirdi bugün 53 milyar dolarlık bir servete sahip olan Bill Gates. Bu düşünce yapısı, kötü niyetten kaynaklanıyor sanmayın sakın. Alışkanlık sadece! Değer ölçülerimiz, kastan beyne intikal edemedi henüz. Bütün olay bu. Sakat bir değer ölçüsü tabii. Adam olmak için okumak gerektiğini biliyor ve çocuklarımızın eğitimini yapması için elimizden geleni ardımıza koymuyoruz ama dediğim gibi, değer ölçülerimiz değişmediğinden; okuyan adamın takdiri hak etmesi için ondan çuvalı sırtına alıp taşımasını istiyoruz. Yahut da bir kamyon dolusu odun kırmasını!.. Odun mu kaldı memlekette? Herkes doğalgaz kullanıyor yahu!.. Hizmet sektöründe çalışanlar için bile kas değil beyin lazım artık. Müşteri memnuniyeti onu gerektiriyor çünkü. Kas mı, beyin mi? Beyin işçisi, "Of, yoruldum" diyecek olsa cevap hazır. "Ne o ülen! Sırtında taş mı taşıdın?" Halbuki, beyin de yoruluyor. Bilgi, yeteri kadar değer görmeyince, üretim de olmuyor. Olan da para etmiyor. Karın tokluğuna çalış, çalış, çalış!.. Kas gücüyle çalışan bir işçinin yevmiyesi en kabadayı 100 YTL'dir. Beyin işçisinde ise 100 bin YTL'ye kadar çıkıyor bu rakam. Bin kat yani. Buna beyinle kas arasındaki fark diyemeyiz elbette ki. Her birinin fonksiyonu ayrı çünkü. Ancak, katma değer cinsinden baktığımız zaman, böyle bir uçurum olduğu da inkar edilemez bir gerçek olarak çıkıyor karşımıza!.. Google'ın kurucuları Sergey Brin ve Larry Page son iki yıldır günde 13 milyon dolar para kazanıyorlar mesela. Ki, bu konuya hiç girmeyeceğim. Forbes'in listesinde kalsın onlar. Bizi hepten aşıyor çünkü. Atalarımız, "Marifet, iltifata tabidir" demiş. Bir kişiye ne kadar iltifat ederseniz, ondan o kadar verim alırsınız. Yahut da fikrine. Fakat biz, fikre iltifat etme alışkanlığını henüz elde etmiş bir topluluk değiliz. Fikir sahipleri, arada bir düşüncelerine iltifat istiyorsa da biz onları "Sus" diye azarlayıp, "Sırtında taş mı taşıdın da iltifat istiyorsun" diye susturuyoruz. Ar-Ge'si olmayan bir ülkenin geri kalacağını bilmeyen mi var? Türkiye'de Ar-Ge yatırımları bakımından fakir bir ülke. Dolayısıyla GSMH'sı emsallerinin çok gerisinde kalıyor ve kişi başına düşen milli gelir 4, bilemedin 5 bin dolar civarında dönüp dolaşıyor. Çare, Ar-Ge yatırımlarına ağırlık verip hızlandırmak değil mi? Araştırma - geliştirme yapacak olan bir insana, oduncu muamelesi yapmakla mümkün mü bu? O halde, ilme ve fikre olan bakış açımızı yeniden gözden geçirmemiz ve değer yargılarımızı ona göre ayarlamamız lazım. Beyin işçisine ücret takdir ederken de öyle. "Kaldır şu çuvalı, istediğini vereyim" dönemi artık çok gerilerde kaldı. Haksız mıyım?