Deveye, "Boynun niye eğri?" diye sormuşlar. Deve de "Nerem doğru ki!" demiş. Türkiye'nin hâl ve ahvalini anlatmanın başka izah tarzı var mıydı acaba? Bence yok. Bunu anlatmanın deveye düşmüş olması da yerinde bence. Çok isabetli ve bir o kadar da noksansız anlatmış çünkü! Ne fazla, ne noksan. Dört dörtlük bir anlatım. Bu iddiamın nedenini biraz açayım. Daha doğrusu bir örnekle açıklayayım size de görün; haklı mıyım, haksız mıyım? Örneğim; Cargill firması. Bu firma, 1865 yılında Amerika'nın Lowa Eyaleti'nde kurulan bir firma. Gıda, hububat, demir-çelik ve finans sektöründe çok önemli yatırımları var. 60'ın üzerinde ülkede faaliyet gösteriyor ve 2007 yılında tamı tamına 88 milyar dolar ciro yaptı. Türkiye'de de faaliyet gösteriyor bu firma. Hem de 1960'tan beri. Bugüne kadar yaptığı yatırımlar 250 milyon dolar civarında. 300 çalışanı bulunan Cargill Türkiye, 2007'de 480 milyon YTL ciro gerçekleştirdi. Bursa-Orhangazi ve İstanbul-Pendik'te mısır, İzmit Yarımca'da hububat ve yağlı tohum işleme tesisleri var. Ayrıca, dünyadaki 16 demir çelik ofisinden biri İstanbul'da. Türkiye, eskiden bir milyon ton olan mısır üretimini 3 milyona çıkardı. Bu rakamın 5 milyon tona çıkması mümkün ise de tarım politikalarındaki siyasî tutarsızlık bu artışın ağır aksak ilerlemesine neden oluyor. Cargill, Türkiye'de 300 bin ton civarında mısır alımı yapıyor ve satın aldığı bu mısırdan doğal tatlandırıcı ve nişasta elde ediyor. Tatlandırıcı; şekerleme, gazlı içecekler, tatlı sektörü başta olmak üzere birçok sanayinin kullandığı bir ürün. Kullanım kolaylığı ve maliyetinin düşük olmasından dolayı, şeker pancarından elde edilen tatlandırıcıya nispeten daha fazla tercih ediliyor mısır bazlı tatlandırıcı. Böyle bir özelliği daha var yani. Nişasta ise tutkal sanayinin vazgeçilmezi. Türkiye'de "Genetiği Değiştirilmiş Organizma" (GDO) ile üretim yapmak yasak. Başka bir ifadeyle söylemek gerekirse; hormonsuz olması lazım. Cargill Türkiye, bu şartı harfiyen yerine getiriyor ve üretim esnasında hiçbir katkı maddesi kullanmadığı yetmiyormuş gibi İSO 14401 Belgesi alıp, çevreye duyarlı olduğunu da tescil etti. Buraya kadar yazdıklarımı okuyup, "Ne var bunda? Köşe yazısı diye önümüze koyduğun şeye bak" diye öfkelenmeyin. Esas makale şimdi başlıyor. Tam bizi anlatan cinsinden bir hikaye. Mısır üreticisiyle "alım garantili" sözleşmeli tarım uygulaması başlatan ve çiftçiye "peşin ödeme" yapan Cargill'in Türkiye'yi bölgenin merkezi yapmayı düşündüğünü de belirtip hikayeyi anlatmaya geçeyim. Çok enteresan. Dikkatle okuyun ve bu arada deveye neden hak verdiğimi kendi gözünüzle görün!.. Devlet sözü Sene 1988. Bundan 10 sene önce yani. Cargill firması Bursa-Orhangazi'de bir fabrika kurmaya karar veriyor. Yatırım kendi kararı ise de Orhangazi kendi kararı değil aslında. O günün hükümeti gösteriyor yeri. "Gel" diyor. "Burada fabrika kur. Sana hemen izin verelim." Eh, hiç fena fikir değil. Cebine 90 milyon doları koyup gelen Cargill, hemen kazmayı vuruyor ve fabrikayı kısa sürede faaliyete geçiriyor. "Sen misin fabrika yapan?" İlk itiraz Ziraat Mühendisleri Odası'ndan geliyor. Cargill'e değil hem de bu itiraz. İzni veren hükümete. O günlerde 90 milyon dolar, büyük para. Türkiye neredeyse meteliğe kurşun sıkıyor. 90 milyonu kaçırmamak için bir an önce yer göstermiş. Bunun nesi kötü? Bir formül bulunuyor ve engel aşılıyor. Aaa! O da ne? Bir itiraz dilekçesi daha. Bu sefer başka bir odadan, başka bir devlet kurumuna. "Fabrikayı kapatın!" Bu hep böyle devam edip gidiyor. Aradan 10 sene geçmiş olmasına rağmen taraflar hâlâ mahkeme kapısında; gidip geliyorlar. Cargill Gıda Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı Murat Tarakçıoğlu, 88 milyar dolar ciro yanında 400 milyon dolar cironun hiç de önemli olmadığına dikkat çekip "Amerika'daki yöneticiler, gelişmelerden çok rahatsız oldu. Bizim ısrarımız sayesinde kapanmadı bu tesis" dedi. Tarakçıoğlu, bir başka şey daha söyledi. Ki, çok önemli. Cargill 2000 yılında Rusya'ya da yatırım yapmış. Ne kadar bir yatırım bu biliyor musunuz? 500 milyon dolar!.. Rusya'ya bu kadar yatırım yaparken, Türkiye'den çıkmaya çalışıyor adamlar! "Bürokrasi bitsin!" diyenler ne kadar haklıymış, değil mi? Türkiye'de hangi işletmenin izni var ki? Sadece, tarım arazileri üzerine kurulu tesis sayısı 20 bin. Hepsi de şıkır şıkır işliyor. Burası Türkiye: Ölümden başka her şeye çare bulunur bu ülkede! Bir yakınını bulup halledersin işini. Fakat, yabancı ne yapsın? Tanıdığı yok ki? Ayrıca, verdiği rüşveti masrafa da yazamıyor!.. Şayet bu iş bilmezliğimiz olmasaydı, son senelerde Türkiye'ye 100 milyar dolardan fazla doğrudan yatırım sermayesi girerdi ama gözü kör olsun şu bürokrasinin. Engelledi! Nasıl hikâye ama?..