Hatırlar mısınız bilmem, bir zamanlar bizim "Yazarlar koridoru"ndan bahsetmiştim size. Peş peşe ulanmış tren vagonlarını düşünün bir an. En baştaki vagon Resul İzmirli'nin, en sondaki de bendenizin. Ha, hemen söyleyeyim ki, bir talebim olduğu için yazmıyorum bunu. Sadece bilgi. Sırayı ters çevirip bu fakirden başlama şansı hiç yok. Yok çünkü, Resul İzmirli, Fuat Bol'dan önceki genel yayın müdürüydü. En başta olmasının sebebi hikmeti bu. Gazetemizin sloganı, "Huzur Veren Gazete" malum. Negatifliğe asla izin vermez bizim yayın politikamız. Hal böyle olunca, genel yayın müdürlerinin kendilerini daha bir sorumlu hissetmeleri normal tabii. Eee, omuzlarındaki yükün ağırlığı nispetinde denetim mekanizmalarını çalıştırmaları da elzem oluyor tabii. Biz ağlasak da, sızlasak da mekanizma işliyor. Her neyse. Koridor uzun. Genel yayın müdürleri bitti diye katar bitmiyor. Biz yazarlar varız. Benden önce Mehmet Ali Demirbaş'ın, ondan önce de Abdüllatif Uyan'ın odası. Her ikisi de ilmin tüm derinliklerine vakıf insanlar. Âlim onlar. Ayrıca, her ikisinin de kendine has özelliği var. Mehmet Ali Demirbaş mesela. Çok zeki bir insan. Onun yerinde olmak istemezdim doğrusu. O zekâ bende olsa, Fatih Sultan Mehmet'in Macar asıllı top ustası Urban'a döktürdüğü gülleler gibi kafatasımın içinde bir o tarafa, bir bu tarafa devrilir ve benim dengemi altüst ederdi. Ben şahsen o kadar yüksek zekâyı asla taşıyamam. Yok bende öyle bir yetenek. Abdüllatif Uyan daha halim selim. Daha bir çelebi. Bak, onun gibi olmak isterdim. İlim desen ilim. Nezaket desen nezaket. Yüreği insan sevgisiyle dolu. Ruhu ise dünyadan ayrılalı seneler olmuş. Piri fani bir insan. Sevgililer şehri Abdüllatif Uyan'ın birçok basılmış eseri var. Geçenlerde "Şehriyârân=Sevgililer Şehri" diye bir kitabı daha çıktı. El kadar bir şey ama 36 kitaba bin evliyanın menkıbesini sığdırmış ve her birisi bal gibi tatlı. Koy cebine, trende oku, otobüste oku, uçakta oku. Lezzetli mi lezzetli. Dünya ile ilgili ne kadar gamın, kederin, üzüntün varsa hepsini alsın götürsün. Çok hoş, tavsiye ederim. Buket Uzuner'in "İstanbullular" kitabını yeni bitirdim. Birazcık da ondan bahsedeyim size. Buket Uzuner'in yine Everest Yayınları tarafından basılan "Gelibolu" kitabını da okumuştum. Müthişti. Uzuner, kalemi kıvrak bir romancı. Tasvirleri de güzel. Fakat, İstanbullular kitabında 'ya... be... yahu... ulan... ah'ları öyle çok ve öyle gereksiz yerlerde kullanmış ki, şahısların karakterlerini bozmaya kadar vardırmış bu işi. Dolayısıyla da kişilikler yerli yerine oturmamış. Fakat, yine de okunacak bir kitap. Hele, İstanbul tasvirleri mükemmel. Keşke İstanbul'u anlatan başka romanlar da yazılsa. Kimsenin bir romanda İstanbul'u anlatamaya gücü yetmez tabii. Ne kadar çok anlatan olursa, İstanbul o kadar gündeme gelir ve marka olur. Paris'i anlatan binlerce kitap var. İstanbul'a ait neden olmasın? Prof. Dr. Yankı Yazgan'ın "Kalp Çarpar Beyin Böler"i de bitti bitmek üzere. Yankı Yazgan, malum psikiyatr. Mesleğini en iyi yapanlardan birisi ayrıca, onu da belirteyim. Kitap zihin açıcı, yol gösterici. Hele bir de roman formatında yazılsaymış tadına doyum olmazdı.