10 milyon işsizi, bir o kadar da yoksulluk sınırı altında yaşayan insanı olan Türkiye hakkında yazı yazarken kalkıp da 'Her şey çok iyi' demem. Desem, çok komik olur zaten! Peki, kötü mü? O da değil. Türkiye şu anda kötüyle iyi arasında gidip geliyor. İyi hali de var, kötü hali de. İyi olan ne? Önce ona bakalım. Kriz bitti bir kere. 3 senedir ülkeyi kasıp kavuran fırtına dindi. Para piyasasında nispeten bir istikrar sağlandı. Borç yükü azalmadıysa da; faizler düştü, dolayısıyla borcu çevirmek daha kolay. Kaybolan moraller de yeniden yeşeriyor. Eh, bundan iyisi can sağlığı, mı acaba? Bu sorunun cevabını verebilmek için biraz da kötü olanlara bakmak lazım. İşsizlik mesela. Başlı başına bir problem. Bunun tek çaresi var; o da yatırım. Türkiye'de yatırım deyince her şey duruyor. Öyle ya, kim yapacak bunu? Devletin öyle büyük imkanları yok. Özel sektör istekli ama onun da finansman problemiyle başı dertte. Ee, ne olacak şimdi? Türkiye küçük bir ülke değil. Bu kesin. Fakat, yönetişim problemi olduğu gibi kaynakları da kifayetsiz. Olsa, dükkan senin. Çıkarıp vermezsem; namerdim! Ama maalesef yok. Yok. Yok. Ülkeyi baştan başa yatırımla donatmak isterim amma o para bende yok. Ha, bende yok da başkasında var mı? Ne gezer? Ne Sabancı'da var, ne Koç'ta. Hepsi para diye dört dönüyor. Devlet zaten iflasın eşiğinde. 6 defa borcunu ödeyemeyecek duruma düşmüş!.. Geriye bir tek yabancı sermaye ve bir de mevcut kaynakların doğru yerde kullanılması kalıyor. Yatırım yaparken, önceliğini gözetmek lazım yani. Bu kadar yazıyı boşu boşuna yazmadım. Sözün ucunu getirip bir yere bağlayacağım tabii de bunu avuç içi kadar bir sütunda yapacağım için zorlanıyorum! Türkiye iyi demeye korkuyorum. Korkuyorum çünkü, ahali benim sözüme uyup borç-harç yatırım yapar ve sonu hüsran olursa vicdan azabından kahrolurum. Kötü, deyip milletin moralini de bozmak istemiyorum. Diyebileceğim tek bir şey kalıyor geriye. O da şu: Yatırımların önceliği. Duble yol yapmak, bazı şehirlere destek vermek elbette ki hoş ama ne faydası var? Bence hiç. Hadi var, diyelim. Devede kulak! Bunu söylerken işkembeden atmıyorum. Bir bildiğim var elbet. Eldeki kıt kaynaklar erimesin diye harcanmasın demiyorum tabii. Verilsin, teşvik edilsin ama bir ölçüsü olsun bunun. Bence en basit ve en etkili yöntem; pazara göre üretim. Kim ne üretiyor ve ona teşvik istiyorsa; vermeden önce, üretimin pazardaki payına bakılsın. Şayet o ürün dünya pazarında müşteri bulan bir ürünse, desteklensin. Yok, sadece mahalli piyasaya hitap eden bir ürünse, unutun gitsin. Bir oya, kanaviçe işi için bile geçerli bu söylediğim. Nokta. MI ACABA?!. Bekar öğretmenler, öğrencilere evlilere göre daha katı davranıyorlarmış... Para verip evlendirin öyleyse! * Askerimize çuval giydiren albay, şimdi de yatırım çağrısı yapmış... İş adamlarımıza da çuval geçirmeyi istiyor olmasın? * Postacılar 4 Mart'ta bankacı oluyormuş... Bak bankacı geliyor, selam durayım! * Berna Yılmaz, 'Mesut'u bir daha siyasete sokmam' demiş... Kendisine 70 milyon teşekkür borçluyuz! * İtalyan erkekleri ev işi öğreniyorlarmış... O konuda bizden geri kaldıkları kesin! * İngiliz Johanna Booth, ölen kocasının küllerinden fişek yapıp ava çıkmış... Vefayı gördün mü?