Polo sporu bizim cirit oyununun bir benzeri. Ciritte yerdeki hayvan derisi alınıyor, poloda ise topa vuruluyor. Her ikisinin özünde de insanları savaşa hazırlama var. Cirit'in anayurdu Türkiye, Polo'nun ise İran. 1800'lü yıllarda Hindistan yolculukları sırasında polo sporu ile tanışan İngilizler bu sporu Avrupa'ya taşıdı ve İngiltere'de oynanmaya başladı. Ne başlama ama... Bir başladı pir başladı. İngiliz Kraliyet Ailesi'nin favori sporları arasına giriverdi. Daha sonra Amerika'ya sıçradı polo sporu ve tıpkı İngiltere Başbakanı Winston Churchill gibi ABD Başkanı Franklin Roosevelt'in tutkusu olup çıktı. Spor bu kadar popüler olur da kuralları olmaz mı? Giysisine varıncaya kadar oldu hem de. Ardından da moda geldi tabii. Polo sporunun giysileri bugün dünyanın tanıdığı bir giyim markası ve modanın öncüsü: U.S. Polo Assn. Polo sporu dünyaya İran'dan Batı'ya doğru yayıldı ise de giyside durum tam tersi oldu. US Polo Assn. döndü dolaştı ve Türkiye'de üslendi. Aydınlı Grup U.S. Polo Assn.'in ana lisansörü ve 42 ülkedeki mağazaların tamamı Aydınlı Grup'un kontrolünde. Aydınlı Grup bununla da yetinmeyip polo sporunun Türkiye'ye getirilmesine de önayak oldu. Türkiye'nin Polo Spor Kulübü de var artık. Kuruluş vesilesiyle İstanbul Atlı Spor Kulübü'nde düzenlenen polo sporunu seyretme imkanı buldum. Gerçekten enteresan bir spor. Aydınlı Grup örneğini bilhassa verdim. Türk firmalarının dünya markalarını satın almaları ya da Aydınlı Grup'un yaptığı gibi o markaların büyümesine katkı sağlaması yeni değil aslında. Ayrıca birçok Türk firması hem yurt içinde hem de yurt dışında markalaşıyor. Bunlardan birisi de Faruk Güllüoğlu. Baklava ve kadayıf başta olmak üzere tatlıda Türk damak zevkini dünyaya yayan Faruk Güllüoğlu, şimdi franchise vermeye başladı. Faruk Güllüoğlu, "29 olan mağaza sayımızı 2015 yılına kadar 200'e çıkaracağız" dedi. Ki, büyük hedef. İşletmelerin markalaşması ve bu markanın yaygınlaşması ekonomik olarak çok önemli. İstikrarlı büyüyen işletmeler hem yerli, hem yabancı ortak bulmakta zorlanmıyorlar. Türkiye'nin buna ihtiyacı var. Küçük işletmelerin devri bitiyor. Büyük ve mağaza zincirlerine sahip işletme sayısının artması lazım. Finans temini için şart bu. Türk işletmelerinin hemen hepsi finans sıkıntısı çekiyor. Dolayısıyla, ar-ge yapamıyor, teknolojik ihtiyaçlarını karşılayamıyor ve bunun sonucu küçülüyor ve bir müddet sonra da faaliyetleri durduruyorlar. Bunun önüne geçmenin bir yolu var; o da, finansman. Yabancı yatırımcılar Türkiye'ye gelmek ve ortaklık kurmak istiyorlar ama işletmelerin finans ve yönetim yapısı buna uygun olmadığı için vazgeçiyorlar gelmekten. Son gelişmeler güven verici. Şayet Türk işletmeleri finansman temin edebilirlerse sadece Türkiye'de değil, dünyada iş yaparlar. O potansiyele sahipler. Yeter ki, oyunu kuralına göre oynamayı öğrensinler.