Profesyonellerin hobisi

A -
A +

Malum, IQ; insan zekâsının ölçü birimi. İngilizce olarak söylemek lazım gelirse, "Intelligence Quuotient." Gündelik dilde bu iki kelimenin baş harfleri ile tarif edilen genel zekâ yeteneği, lazım ama tek başına oldu mu felaket demek. Fazla gelip kişilerin sağa sola yalpalamalarına neden oluyor sık sık. Böyle dedim diye, 'insanların yüksek IQ'su olmasın' manasını çıkarmayın sakın. Olsun da, dengeli olsun. Sahibini yakmasın! Dengeyi kurabilmek için bir de duygusal zekâ lazım. Onun İngilizcesi ise "Emotionel Intelligence". EI veya EQ harfleri ile ifadesini buluyor bu kavram da. Hele iş hayatında bu iki değerin lüzumu ve her ikisinin de gerekli olduğu öyle bariz bir şekilde kendini hissettiriyor ki, biri olmadan diğeri hiçbir işe yaramıyor. Profesyonellik sadece işini yapmak anlamına gelmiyor. Asla gelmiyor, kat'a gelmiyor. Bir profesyonel yöneticinin başarılı olabilmesi için çevreden gelen baskıları kolayca püskürtebilmesinin yanı sıra takımını motive edebilme yeteneğinin de olması lazım. Bunun için de empatik olması şart o kişinin. Başkalarının duygularına empati beslemeyen bir yönetici, ekip kurabilir mi hiç? O nasıl burnunun dikine giderse, ekibi de aynı metodu uygular ve takım bozulur. Şunu da söyleyeyim ki, bir yönetici yüksek IQ ve EQ'ya sahip olsa dahi şayet onda sevgi yoksa, yine başarıyı elde edemez. Etse bile sürdüremez bu başarıyı! Bu söylediklerimi daha anlaşılır hale getirmek için bir aileyi örnek vereceğim size. Çelebioğlu ailesini. Ali Cavit Çelebioğlu, hukuk tahsili yapmış bir kişi. Uçmak ise onun hobisi. Bir taraftan işini yapıyor, bir taraftan da pilot olmanın yollarını arıyor. Buluyor da. Pilot olup sivil havacılıkta görev alıyor. Derken, işi de oluyor havacılık! Yer hizmetlerinde ilk sivil işletmeyi kuruyor, 1958 senesinde. Hikâyesi uzun, anlatmaya yerim yok. Ancak, kimi "Bu iş senin boyunu aşar, bırak" diyor. Kimi, "Devlete kafa mı tutuyorsun" diye karşısına çıkıyor. O hiçbirinden etkilenmiyor bu söylenenlerin. Hatta, karşısına çıkarılan engellerin hepsini geçiyor. İşini sevmek, dedim ya, işte bu. sevdiği için engelleri göğüslemek ona zor gelmiyor ve şirketini büyütüyor. 1982'de Ali Cavit Çelebioğlu'nun vefatıyla birlikte iş oğlu Can'a kalıyor. Daha sonra da kızı Canan giriyor devreye ve iki kardeş babalarının bıraktığı yerden devam ediyorlar yola. Sempatik ikili Can ve Canan. Her ikisi de gerçekten çelebi insan bir kere. Gülmeye hazır yüzü var her ikisinin de. Koskoca holding patronu olmalarına rağmen mütevazılar da. Fakat, işlerinde profesyoneller; onu da söyleyeyim. Babalarının vefatıyla birlikte kendini genç yaşta işin başında bulan Can Çelebioğlu, müthiş bir gözlemci. Teknik konulara ilgisi ve uyumu etrafındaki herkesi kendine hayran bırakıyor. Saplantıları yok, teferruata takılıp kalmıyor ama kimsenin göremediği detayı anında görüyor, hem de hiç zorlanmadan. Canan Çelebioğlu'nun ilgi alanı ise binicilik başta olmak üzere spor. Hayvanlara karşı aşırı ilgisi var ayrıca. Can ve Canan kardeşlerin bu özel hobileri, Çelebi Holding'de ortaya müthiş bir sinerjinin çıkmasına neden olmuş. Can'ın tertip düzen düşkünlüğü, Canan'ın sevgi ve şefkatiyle bütünleşip muazzam bir yönetim tarzı çıkarmış ortaya. Canan Çelebioğlu Tokgöz, Dahiliye Mütehıssısı Dr. Ayhan Tokgöz'le evli. Dr. Tokgöz, gerçek bir centilmen ve bir o kadar da nazik. Kendini insanlara adamış o. Çelebi Holding'in işleriyle hiç ilgilenmiyor. Varsa yoksa insan ve insan sağlığı. Ayhan Tokgöz'ün başkanı olduğu Lokman Hekim Sağlık Vakfı'nın aynı isimle anılan bir de hastanesi var. Fakirlere ücretsiz sağlık hizmeti veren bu hastanenin en büyük geliri katı atıklar. Ayda yaklaşık bir ton geri dönüşüm malzemesi toplanıyor ve buradan elde edilen gelirlerle hastanenin masrafları karşılanıyor. Kâğıt, naylon ve diğer katı atıklar önceleri sadece Gebze ve civarından toplanırken şimdi Kağıthane, Büyükçekmece ve Güneşli'de de toplanıyor ve Gebze'deki kağıt parçalama tesislerinde işleniyor. Ayhan Tokgöz bir gün televizyon programına katılıyor. Arkasında çöp yığınları. Programı izleyen Canan Çelebioğlu, hemen telefona sarılıp "Ayhan Bey! Ayhan Bey" diyor. "Bir anneyi en çok üzen şey nedir bilir misin?" Ayhan Bey'in daha kendine gelmesine fırsat vermeden ekliyor. "Kızının davulcuya veya zurnacıya varması!" Ardından da patlatıyor espriyi: "Bir daha bu tür programlara çıkma, lütfen. Annem görür de, 'Meğer kızım kâğıtçıya varmış' diye üzülür!" İnsanın kendisiyle dalga geçebilmesi bir başka meziyet daha demek ki.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.