İşbu makale, bir sevgi hikâyesidir. Bayram hediyesi niyetiyle kaleme alınmıştır. Arz ederim. Ronaldinho hem Brezilya Milli Takımı'nın hem de Barcelona'nın bel kemiği; dört dörtlük bir futbolcu. Ödüle doymuyor. Gösterdiği yüksek performans ve başarısıyla 2005 senesinde de FIFA ve UEFA tarafından yılın futbolcusu seçildi. Zarif hareketleri, kıvrak çalımları ve isabetli paslarıyla bütün sahayı dolduruyor. Hele onu seyredenler? Büyüleniyorlar adeta. Sadece stattakileri değil, ekran başındakileri de kendinden geçiriyor. Ronaldinho demek, beceri ve çalım demek. Futbolcudan beklenen de o değil mi zaten? Sertlik yok, öfke yok, faul yok, rakibe hakaret yok. Sadece oynuyor o. Hem öyle bir oynuyor ki, sanki şov seyretmiş gibi oluyor onun bu güzel hareketlerini izleyenler. İnsanın elinde değil; onu seyrederken hiçbir hareketini kaçırmamak için nefesini tutuyor. Bendeniz öyleyim şahsen. Rakibini çalımladığında nasıl hiç kibirlenmiyorsa, onun çalımını yemeyi de asla gurur meselesi yapıp kendisini kilitlemiyor. Geçiyor, geçiliyor ama asla yanlış bir hareket yapmıyor. Onun için sahada sadece top var. Topa odaklanıyor ve onunla oynuyor. Rakip onun için tehlike değil, oyunun tadını çıkarmak için sahada olması gereken bir aktör. Saklıyorsa topu saklıyor. Rakibin ayağından çalıyorsa topu çalıyor. Onun tek hedefi topu kendi kalesinden uzak tutmak ve rakip kaleye yöneltmek. Onu da öyle başarıyla yapıyor ki, top kendi ayağındayken de, takım arkadaşına pas verirken rakiplerini rüzgar gibi geçiyor. Hepsi birer sonbahar yaprağı gibi savrulup kalıyor geride. İşinizi sevin Ronaldinho'nun beyni topa herhangi bir uzvuna hükmettiği gibi hükmediyor. Bir uzvuymuş gibi kullandığı topu etinin uzantısı haline dönüştürüyor. Kafası çalışan bir futbolcuyu savunmanın durdurmasına imkan var mı? Ronaldinho'yu durduramamalarının sebebi bu. Futbolu oynamak yetmez, sevmek lazım. Ronaldinho'yu Ronaldinho yapan da işte bu sevgi. Futbolu seviyor bu genç oyuncu. Hem öyle seviyor ki, sadece saha içinde değil saha dışında da bütün benliğinde hissediyor yaptığı işi. Bir hareket için bazen günlerce, haftalarca, aylarca ve azimle çalışıyor. Sevgisinden dolayı diğer futbolculardan daha fazla antrenman yapmak zor gelmiyor ona. Dikkatini bir harekete yoğunlaştırmayı ve onu en iyi yapan olmak için çalışmayı kendisi için yük kabul etmiyor. Bizimkiler ise öyle değil. Sergen mesela. Şayet futbolu sevmiş olsaydı bu genç yetenek, dünyanın sayılı oyuncularından biri olurdu ama sevmedi. Beygirleri futbola tercih etti. Ronaldinho ise samba yapar gibi oynuyor futbolu. Rakipleri onun danstaki partneri sanki. Onu incitmek, küçük düşürmek ve rencide etmek dansta nasıl yoksa, onun futbol anlayışında da yok. Samba yapan nasıl partnerine saygı duyuyorsa o rakibine saygı duyuyor. Çalım atmak onun için partnerine uyum ağlamakla aynı anlam taşıyor. Futbolun kuralı bu çünkü. Real Madrid'in Brezilyalı yıldızı Ronaldo hakeza, o da öyle. Bütün bunları bizim futbolcularımızı tenkit etmek veya aşağılamak için falan yazmadım. Benim demek istediğim başka. Ronaldinho'nun futbola olan sevgisini alın ve herhangi bir işi yapan kişiye aşılayın. Ne hoş olur değil mi? İşte benim asıl demek istediğim şey bu sevgi!.. Hangi işi yapıyorsanız yapın, hangi meslekte çalışıyorsanız çalışın; hiç önemli değil. Yeter ki yaptığınız işi veya mesleği sevin!.. Herkes Ronaldinho olamaz ama işini tıpkı onun gibi sevebilir!.. Patron... işçi... yönetici... öğrenci... ev kadını... hiç fark etmez. İşini illa sevmesi lazım. Sevgi yoksa başarı da yok çünkü!.. Değerli okuyucularım; hepinizin sevdiği işi yapan veya yaptığı işi sevenlerden olmanızı temenni eder, hayırlı bayramlar dilerim.