Durup durup yazıyorum, da ne yapayım, çok önemli! Sivil toplum kuruluşları, ülkelerin motor gücü. Onlar olmadan kalkınma da olmuyor, sosyal istikrar da. Türkiye'deki mevcut sivil toplum kuruluşlarına bir bakın hele. Hemen hepsi atlama taşı. O değilse, suiistimal yeri! Kimi, İstanbul'a yeni gelen hemşehrisine iş bulması için kurulmuş bu derneklerin, kimi sadist üç-beş kişinin horoz dövüştürmesine kılıf olsun diye. Kimi de devlet imkanlarından faydalanmak isteyen uyanıkların kurduğu vakıf niteliğinde... Benim sözünü ettiğim bunlar değil. Meslek odaları, sendikalar da değil. Yarı kamu kuruluşu veya üyelerinin hak ve menfaatlerini takip edenler; hiç değil!.. Türkiye'de 'sivil toplum kuruluşu' deniyor bunlara ama değil aslında. Sosyal ve kültürel yanı güçlü olan gönüllü kuruluşlarından bahsediyorum ben. Sokak çocuklarına ve bakıma muhtaç yaşlılara şefkat elini uzatan, tiner çeken yavruların topluma kazandırılması için samimi gayret gösteren veya kültürünü koruma çabasında olan gönüllü kuruluşları söylüyorum ben. Yeşilay, Kızılay ve Çocuk Esirgeme Kurumu gibi devlet tarafından yönetilenlerle bu iş olmuyor. Olmaz da. Devletin gönüllü kuruluşlara destek vermesine hiçbir şey demiyorum. Doğru bu. Ama neden yönetiyor? Geçenlerde benim de üyesi olduğum KalDer Danışma Kurulu toplanıp bu sene yapacağı kongreyi görüştü. 15-17 Kasım 2005 tarihinde İstanbul'da yapılacak olan 14. Ulusal Kalite Kongresi'nin ana teması, "Vizyondan Eyleme". Yine iddialı bir başlık, yine ağırlıklı bir duruş ama KalDer bu işte, gündeme damgasını vuracak konuları ele alıyor ve de alnının akıyla çıkıyor. Kurul'a, sivil toplum kuruluşlarının bir başlık altında işlenmesini teklif ettim. Sebebi var tabii. Başbakan Tayyip Erdoğan bir toplantı tertipleyip iş adamlarının Güney Asya felaketzedeleri için 10 milyon dolar bağış yapmasını sağladı. Güzel bir davranış tabii. De, bu gibi işler neden başbakanların söylemesiyle olsun ki? Sivil toplum örgütleri pekâlâ yapabilir bunu. Sertab Erener arkadaşlarıyla yaptı mesela. Ama o kuruluşlar olmayınca iş başbakana düşüyor tabii. Bu da bir nev'i diyet demektir. Başbakan'ın demesiyle para veren patron, gün gelir onun bedelini ister! Bugüne, enerjisini karşısındakinin eksiklerini görmek için harcayarak gelen Türk toplumu için bu kötü alışkanlığa bir son vermenin vakti geldi de geçiyor bile. Karşısındaki insanla kendisinin sahip olduğu ortak noktaları bulup bunu sinerjiye dönüştürmesi lazım artık. Da, sivil toplum örgütü olmadan olmuyor bu. "Neden yaptın?" diye soran çok oldu ama "Neden yapmadın" diye soranların sayısı bir elin parmak sayısını geçmiyor. Bu sayının çoğaltılması ve kişilerin motive edilip üretime yönlendirilmesi için yine sivil toplum örgütüne ihtiyaç var. AB üyeliği yolunda ilerleyen Türkiye'nin ufkunu açmak bile sivil toplum kuruluşu olmadan olmuyor. Devlet bu gibi işleri yapmaya kalkıştığı an vatandaş, "O yapsın ben not vereyim" psikolojisine girip kabuğuna çekiliyor. Ki, doğru değil bu. Türkiye'nin kalkınması ve sosyal bağlarını güçlendirmesi için gönüllü kuruluşların mutlaka artırılması lazım. > MI ACABA?!. Büyük depremin ardından tam 6 sene geçmesine rağmen İstanbul'daki çürük okulların tespiti ancak yapılmış... Ne zaman güçlendirileceğini varın siz düşünün! * DİE'nin araştırmasına göre Türk halkının yarısı 'Mutlu'ymuş... İşi olanlar ve olmayanlar meselesi yani! * Ziraat Bankası'nın açtığı nema kredisine büyük ilgi varmış...