Malum, gezgin bir gazeteciyim. Anadolu'yu dolaşıp gördüğüm tarih ve kültür zenginliklerini yazıyorum. Başarı öyküleri anlatıyorum. Anadolu mutfağı da çok zengin. Muhteşem yemekleri var. Onu da yazıyorum tabii. Kimi, "yemekçi yazara" çıkardı adımı. Kimi, "yeme-içme uzmanı" diye anıyor bendenizi. Kim ne derse desin. Okuyucumun algılama kabiliyetine müdahale edecek değilim. Kıstas da koymam. Hele darbe, hiç yapmam. Demokrasiye inanırım. Bırakın, desinler! Bırakın, söylesinler!.. Ocak ayı, soğuk ay. Ara verdim dolaşmaya. Dinleniyorum. Ayrıca, evdeki çoluk çocukla tanışma fırsatı da buldum! Önemli bir şeyi kaçırdığımın da farkına vardım bu arada. Tamam, Anadolu tarih ve kültür zengini. De... bizim gazete hepsinden zengin! Öyle hoş, öyle güzel insanlar var ki, otur; onları yaz. Ne gereği var, dere tepe koşmanın? Bir güzel gelişme daha var. Türkiye gazetesinin abone sayısı artıyor. 300 bin olacakmış. Gazete çalışanlarını anlatmayı düşünmem; bu yönden de isabetli oldu. Aile, birbirini daha iyi tanır hiç olmazsa. Yazar ve muhabiri tanımak kolay. Bilhassa yazarı. 3-5 yazısını oku; kaç kırat olduğunu "şıp" diye anlarsın. Ama, sadece onlar yok ki. Anlı şanlı müdürleri, editörleri, sayfa sekreterleri, operatörleri de var gazetenin. Ayrıca, bir de reklam ordusu. Bunları tanımak da hakkı okuyucunun. En başta Tuncay Şenyürek'i anlatmak istiyorum. Bir türlü çözemediğim bir şahsiyet çünkü. Kendisi, teknik eleman. Bilgisayarlar kafayı yedi, diyelim; ilk müdahale onun. Ayrıca, iletişimden de sorumlu. Faks makineleri dahi onun kontrolünde. Santral operatörünün bir işi çıksa, yine devreye Tuncay girer ve problemsiz götürür. 'Tuncay kardeş, benim printer kabız oldu, çıkış vermiyor' diye ararım bazen. "Peki", der; ikinci kez aratmadan gelir, tedavisini yapar, gider. Bir kere de gül be adam. Gülmez. Şaka da yapmaz. İşinin dışında hiç konuşmaz. O da "evet" veya "hayır"dan öte geçmez. Ha, bir de "Peki" der. Ben böyle söyledim diye Tuncay'ın içine kapanık biri olduğunu sanmayın sakın. Yüzü aydınlıktır. Belli belirsiz bir tebessüm de vardır dudaklarında. Gözleri ışıl ışıldır. Bir konuda, olumsuz konuştuğunu da duymadım Tuncay'ın. Hiç olmazsa, "O kadar çalışıyoruz, verdikleri paraya bak" de be adam. Yok, demez. "Çalışıyoruz diye, bu kadar da yüklenilmez ki" şeklinde bir itirazı da olmadı hiç. Sinirlerini aldırmış herhalde! Onu anlayabiliyorum da duyguları ne olmuş bu adamın? Hiç mi "of" yahut da "puf" demez bir insan. Demiyor! Bir de "abisi" var yazı işlerinin. Aydoğan Kaçıra. Kaçıra, gazetenin Yayın Koordinatörü. Sayfa mimarı yani. Mesleğinin zirvesinde bir tasarımcı. Sayfada kullanılacak yazı ve resimleri öyle güzel seçip yerleştiriyor ki, zevk alıyor o sayfaya bakan. Kaçıra da benim gibi Yörük. Sıcak, samimi ve duygusal. Ak saçlarının altındaki kara gözleri elmas gibi parlıyor. Onun en bayıldığı şey "ağabeylik" yapmak. Editör ve sayfa sekreteri arkadaşlara işin püf noktasını öğretip mutlu oluyor. Canan Eraslan ise "ablası" ekonomi servisinin. İyi bir gazeteci. Haberin kokusunu ta 100 kilometreden alır. Yazdığı haberde 5 N, 1 K kuralını mutlaka işletir. Haza hanımefendi. Aklıya sütlüye karışmaz o. İşini yapar, gider. Ertesi gün yine genç bir muhabir heyecanıyla gelir gazeteye. Gazetenin en kıdemlisi var bir de. Bülend Ayanoğlu. Onu da mutlaka anlatmam lazım. Fakat, yer bitti. Başka zaman artık...