Türkiye soluğunu tuttu, pop starını bekliyor. Heyecan dorukta. Ben ise başka yerdeyim. Hevesli gençleri gördükçe yüreğim 'cız' ediyor. Bir psikopat daha geliyor da ondan. Şöhret denen meret insanı psikopat yapar. Tek tük istisnası varsa da genelde böyledir bu. Kanal D'de yayınlanan Popstar yarışmasını izliyorsunuz herhalde. Ne gırgır değil mi? Yarışmacıların tepkisi, jurinin tavrı... hepsi bir alem. Kazanma hırsıyla yanıp tutuşan yarışmacılar, asılıyor da asılıyor. Juri ise aksine acımasız. Damarına damarına basıyor onların. Juri, Pop Star olmak için başvuran üç bin adayı dinledi ve sesine, özgüvenine ve karizmasına bakıp onlara puan verdi... Öyle ahım şahım ses ve görüntüsü olan çıkmadı aralarından ama doğrusu hepsinin özgüveni şahaneydi. Jüri üyelerine çıkışmaları yok mu, bayıldım. Benim gibi bir değeri anlamaktan çok uzaksınız!.. Gırgır şamata gidiyor. Diğer ülkelerde bu yarışmanın Avrupa ayağı yapılıyor. Altyapısı olan, kültürlü yarışmacılar var orada. Neylersin, güzelim ülkemin insan profili bu. Haftaya bugün dananın kuyruğu kopuyor. 15 Kasım günü Türkiye'nin pop starını seçeceği gün çünkü! Trilyoner bir insan tüm servetini kaybedince nasıl bir şoka girerse, bir anda trilyoner olan gariban da aynı şoku yaşarmış. Birdenbire gelen serveti hazmetmek kolay değil tabii. Milli Piyango, Toto, Loto gibi şans oyunlarından para kazanıp da sefalete düşenlerden biliyoruz bunu. Pop star seçilen gencin paranoyak olacağı iddiam bu sebebten dolayı. Birdenbire gelen şöhret ve tabii ki, para! Kim taşıyabilir bu yükü? Zengin gibi davranmak istiyor ama olmuyor. Fakirlik günleri ise çok gerilerde kalmış. İki dere bir tepe hali, yani. Futbolcu ve sanatçılarda da sık görülür bu dengesizlik. Birdenbire Etiler'de ev, son model bir otomobil... Bir anda yanında bitiveren, hayatında hiç görmediği kadar çok yalaka... ve iltifatlar. Şaşırıyor tabii!.. Pop starın varoş kültürü, kazandığı bol parayı taşıyamıyor ve eziliyor. Psikolojinin bozulduğu an işte bu zayıf an. Biz gazeteciler de nasibimizi alıyoruz aslında bu hallerden. Fakat pop starın tam tersidir bizimki. Bir oturuşta bir kuzuyu yiyen Koca Yusuf kadar oburdur gazeteci. Nerede bilgi bulsa silip süpürür onu ve kısa sürede entellektüel bir konum kazanır. Kafayı kullanan ise entellektüelliği falan dert etmez. Köşeyi dönmeye bakar o. Bir de aklı sadece işinde olan saftorikler vardır ki, entellektüelliğin karın doyurmadığını bir türlü anlayamaz onlar. Sık sık davetler olur. Beş yıldızlı otellerde verilir genelde bu davetler. Gazeteci orada hem alacağı bilgiyi alır, hem de mükellef bir ziyafet çeker kendine. Bir de ertesi gün aynı otelin önünden geçerken simit kemirmek olmasa çok keyiflidir bu hayat. Ben şahsen Hilton Oteli önünde boş boş bakarken çok yakalamışımdır kendimi. Bu toplantılar bazen de yurtdışında gerçekleşir. Genellikle First class'da geçer bu uçuşlar. Eve dönüş ise ya İETT otobüsüyle, ya da tıkış tıkış bir minibüste Küçük Emrah'ı dinleyerek gerçekleşir. Bu durum haliyle psikopat yapar insanı. Hele, o gazeteci tüm gücünü bizimki gibi borç ödemeye vermiş bir müessesede çalışıyor ve mütevazı bir ücret alıyorsa; dengeleri iyice bozuldu demektir.