Soru mu, cevap mı?

A -
A +

Muhatap olduğu soruya öyle veya böyle bir cevap verir insan. Soru sormak öyle mi ya? Bi haber olduğu bir meselede soru soramaz her şeyden önce. Sorsa dahi bu, laf ola beri gele türünden bir soru olmaktan öte gidemez. Soru soranın neyi ne için sorduğunu bilmesi lazım bir kere. Herkes için böyleyse de mesleği gazetecilik olanlar için hayati önem arz eder bu durum. Karşısındakine önce ne istediğini doğru ifade etmeli soru soran. Ki, o da; ona göre cevap versin. Hele yaptığınız iş televizyon gazeteciliği ve bir de canlı yayındaysanız daha bir ehemmiyet arz eder bu keyfiyet. Bazıları, muhatabın ağzından kerpetenle alır sözü. Kanırta kanırta, bağırta bağırta bir laf alma işidir bu ki, hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur bunun. Televizyonda seyredip de soru soruşuna hayran olduğum pek çok gazeteci ve program yapımcısı varsa da hepsini yazmama imkan yok. Birkaçını söyleyeceğim sadece. Oğuz Haksever mesela, bu işi en iyi yapan meslektaşlarımızdan birisi. Öyle usturuplu soru soruyor ki, fırın ustasının ocağa sürdüğü kürekle pişmiş ekmeği çekip alması gibi alıyor sorusunun cevabını. Dersine çalışıp geliyor çünkü. Dolayısıyla hem kıvamını iyi tutturuyor sorduğu sorunun, hem de ne istediğini tam olarak anlatıyor muhatabına. Hakeza Okan Bayülgen. Tatlı bir muzipliği var onun. Muhatabının kimyasını bozup öyle alıyor sorusunun cevabını. Riskli bir yöntem ama Bayülgen bunu başarıyla yapıyor. Agresif davranışlarıyla karşısındakini geriyor ve o gerginlikle içindekileri rahat söylemesine yardımcı oluyor onun. Bir de Gani Müjde var tabii. O bambaşka bir metot izliyor programlarında. Gani Müjde tam bir konuşma ustası. Kendi rahatlığını ve pozitif enerjisini muhatabına yüklemekte üstüne yok. Çok mahir bu konuda. Kadir Çöpdemir de aynı kategoride. Onun tarzı daha bir başka. Karşısındakine, 'Ben bu işi yapıyorsam, sen haydi haydi yaparsın' diyor adeta. Güven telkin ediyor yani. Bu çok güçlü bir öz güven ister aslında. Söylediğinin hepsine itibar edildiğini gören muhatap, konuşmak istemiyorsa bile konuşuyor. Gazetecinin işi ne hakim gibi muhatabını sorguya çekmek, ne de polis gibi ifadesini almak. Hele karşı tarafı suçlayan ön yargılı soru sormak bizim mesleğimizde yok. Ancak, kamuoyunun bilgilenmesi gereken bir husus varsa, muhatapları arayıp bulmak ve o konudaki görüşlerini almak da bizim işimiz. Bu işi karşı tarafa saygısızlık yapmadan ve onu yargılamadan yapmamız lazım. Haksever, Bayülgen, Müjde ve Çöpdemir. Kimi şovmen, kimi tiyatrocu, kimi gazeteci, kimi oyun yazarı. Tarzları da farklı ama hepsinin ortak bir yönü var: Zeki insanlar. Bunlara bir de Metin Uca'yı eklemek lazım aslında. Diğerleri gibi o da çok zeki ve işini severek yapıyor. Hakeza Celal Pir. Çok meraklı bir meslektaşımız. Çıtayı hep yüksek tutuyor, kendisiyle yarışan başarılı bir gazeteci. Bir de komedyenler var. Cem Yılmaz, bunların en başta geleni. Kendisiyle dalga geçmeyi onun kadar bilen yok. Seyirci onda hayal ettiği kendini buluyor. Yılmaz Erdoğan, her ne kadar başarılı bir komedyense de esas mesleği, senaryo yazarlığı. Toplumdan alıp seyirci önüne koyduğu hayat kesitlerini onun kadar başarılı yansıtan daha yok. Gördüklerinden detay çıkarmakta çok mahir bir usta. Ata Demirer, geldiği yere tırnaklarıyla kazıya kazıya gelen bir komik adam. Olgun meyve. Bu olgunluğu onu hem sulu ve hem de tatlı yapmış.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.